13 Haziran 2007 Çarşamba

PKK VE DENİZLERi BİR DÜŞÜNEMEZSİNİZ !!!!!!!!!!

Deniz Gezmiş,Hüseyin İnan,Yusuf Arslan ve niceleri.Bir zamanlar PKK nın resmi sayfasındaydılar.Ve komik bir durum PKK onların kenilerinden olduklarını ,hatta daha ileri giderek PKK nın kurucuları olduklarıı söylüyorlardı.Gerçekten çok komik.
Bu bütün sağcılar için geçerli bir görüş.Bazıları onlar PKK lı diyerek sevmiyorlar,bu yüzden sol görüşlülerin hepsini PKK lı sayıyorlar ve aralarında öyle hitap ediyorlar.
Bu neden komik : yani bir kere iki grubun amaçları farklı.PKK nın hedefi ülkeyi bölmek ve bir Kürdistan devleti oluşturmak.Oysa Denizlerin hedefi bambaşka onların hedefi bağımsız bir Türkiye,emperyalizminden kapitalizmden kurrtulmuş bir Türkiye.Yani onlar bölmek değil bir biütün olarak tutmak bağımsız olmak istiyorlar.İkisi çok farklı.Ayrıca bir başka neden PKK desteğini Amerika'dan alıyor.Oysa bilindiği gibi Denizler Amerikan emperyalizmiyle savaştılar ve 6. filoya yapılanları da unutmamak lazım.Daha ne anlatıcağımı bilmiyorum.Açık açık herşeyi söyledim birisi terörist,bölücü ve diğeri ise vatansever,bağımsızlık sevdalısı ikisinin birbiriyle alakası yok bu durumda Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının PKK yla hiçbir bağları olamaz ve ikisi birlikte asla düşünülemez !!!

9 Haziran 2007 Cumartesi

ÇİN DEVRİMİ

19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Çin pazarı üzerindeki rekabet şiddetlendi ve Çin’de kapitalizm de bu dönemde gelişmeye başladı, I. Savaş yıllarında ise hızlandı. Çin’de kapitalizmin gelişmeye başladığı 19. Yüzyılın ikinci yarısı aynı zamanda bu ülkede uluslaşma sürecinin de başlangıcı sayılıyor. Çin üzerinde Japonya, İngiltere ve Fransa gerilerden beri rekabet ettiler. Çin’in bir anlamda bu ülkelerin “ortak sömürgesi”ne dönüştüğü söylenir.Çin Burjuva DevrimiBu devrimi esas olarak Mao’nun yazdıklarına (Bk. Seçme Eserler) dayanarak özetliyorum.1912’ye kadar Mançuryalılar’ın egemenliği (bir yabancı egemenlik) altında olan Çin, ulusal mücadelelere girişir. Bu mücadelenin başını Sun Yat Sen’in liderliğindeki Çin milli/ulusal burjuvazisi çeker. 1911 ayaklanması ile Mançurya hakimiyeti ve onların işbirlikçisi kral devrilip Çin’de “Cumhuriyet” kurulur ve Sun Yat Sen başkan seçilir.Sun Yat Sen’in daha 1894’te kurmuş olduğu burjuva ulusal parti, iktidara geldikten hemen sonra 1912’de “Kuomintang (Ulusal Parti)” adını alır.Böylece Çin’de burjuvaziyi iktidara taşıyan ilk devrime (1911 Devrimi) tanık oluyoruz. Bir burjuva devrimdir bu. Ama bu devrim feodalizm ve emperyalizmin hakimiyetini kıramaz. Bu nedenle de bu tarihte başlayan burjuva-demokratik devrim sürecinin tamamlanması çeşitli aşamalardan geçerek emperyalizm ve feodalizmin hakimiyetinin kırıldığı 1949 devrimine kadar sürecektir.Çin burjuvazisini iktidara getiren 1911 devriminden sonradır ki proletarya da siyaset sahnesinde görünmeye başlar. İlk kez 4 Mayıs 1919 hareketinde hissedilir varlığı. Daha belirgin işareti olarak da 1921’de Çin Komünist Partisi’nin kuruluşu kanıt gösterilir ve resmi tarih yazımına göre Çin’de 1921’den sonraki devrimlere ÇKP’nin temsil ettiği Çin proletaryası önderlik etmiştir.ÇKP, hemen tümü aydın olan devrimciler tarafından kurulur.Ross Dowson’un yazdığı Chinese Revolutionist İn Exile adlı kitaba göre ÇKP, III. Enternasyonal’in girişimi ve yardımıyla Li Ta Chao ve Chen Tu-Hsiu tarafından örgütlenmiştir. O sırada henüz kadro yoktur. Sonraları ÇKP’nin çekirdek kadrosunu oluşturanlar ise Marksizmi öğretmek amacıyla Moskova’ya gönderilen ilk yirmi kişilik Çinli genç devrimciler arasından çıkmıştır. Aynı kaynağa göre 1925-27 döneminde ÇKP MK’sı Chen Tu-Hsiu’nun liderliği altındaydı. Komüntern ve Moskova’nın karşı çıkmasına ve veto etmesine rağmen ÇKP MK’sının anti-Kuomintang olduğu ve cepheden çekilme taraftarı olduğu Mart 1926’da, Çan Kay-Şek’in anti-komünist darbesi sahnelenir. 1925-27 Devriminin yenilgisinin nedeni adı geçen kaynağa göre Moskova ve Komüntern politikasıydı. 1927 yenilgisinden sonra KE kendi Çin politikasını değiştirdi, ama bu defa da eski aşırı sağ oportünizmin yerine ayaklanma önerisi yaparak aşırı sol bir politika koydu. Buna karşı çıkan ÇKP önderleri kovuldular. KE’in önerisiyle örgütlenen Pekin’deki ayaklanma yenildi ve bu olayda altmış komünist önder yitirildi. Chen Tu-Hsiu ve Peng yenilginin sorumluluğunu Stalin ve Buharin’in yönettikleri Komüntern’e yüklediler. Onlar KE’in Çin politikasına muhalefet ettiler, ama kendileri de alternatif bir politika formüle edemediler. Bu kitabın yazarı Trotsky’nin görüşlerini sonraları öğrendiklerini, onun görüşlerinin Chen ve Peng’inkine paralel düştüğünü yazmaktadırlar. Chen ve Peng, ÇKP içinde Trotsky’nin görüşleri doğrultusunda Troçkist bir Sol Muhalefet örgütleme fikrine ulaştılar (Bk. R. Dowson, a.g.e.). Birinci İç-Savaş Dönemi (1924/25-27)Bu döneme “Kuzey seferi” de deniyor. Pekin üzerine yapılan bu seferin amacı Çin’in ulusal birliğini kurmaktır. Bu dönem boyunca (1924’ten 27’ye kadar), proletarya partisi olduğunu söyleyen ÇKP, bu sıralarda Çay Kay Şek’in liderliği altında bulunan Kuomintang diye bilinen Çin burjuvazisinin (ulusal) partisi ile “Milli Birleşik Cephe” (emperyalizme karşı) içinde yeraldı. Kuomintag, Çin’de iktidar partisiydi (1911’den beri iktidardı). Fakat 1927’de Çin Devrimi yenilgiye uğradı. Mao, bu yenilginın nedenlerini partisinin burjuvaziyle ittifak (Birleşik Cephe taktiği) siyasetinde değil (buna karşı çıkanları sol sapma ile suçlar), Çan Kay Şek’in önderliğindeki burjuva partinin devrime ihanetinde ve partisi içinde ittifaklar konusunda görülen sağ (köylülerle ittifakı rededip sadece Kuomintag ile ittifakı savunan kesim) ve sol diye tanımladığı iki tür oportünizmde arar. Kuomintag’ın ise 1924-27 arasında Sun Yat Sen’den beri izlenen SSCB ve ÇKP ile ittifakı savunduğu için demokatik devrimden yana “devrimci” bir parti olduğunu öne sürer, yani Milli Birleşik Cephe taktiğinde herhangi bir yanlışlık görmediği gibi o taktiğin 1924-27 arasında doğru olduğunu iddia eder. Ona göre 1927’ye kadar “devrimci” olan Kuomintang, 1927’den itibaren gericileşti, 1927-31 arasında “karşı-devrim” safında yeraldı.Çin’de “kızıl siyasi iktidarlar” (yani “Çin Sovyet Cumhuriyeti”) diye de anılan ilk kurtarılmış bölgeler 1924-27 iç savaşının sonunda, yani 1926/27 yılı ve 1928 yılı dolayında oluştular ve 1927/28 sonrasında giderek çoğaldılar. Mao’ya göre 1928 yılına kadar dünyada böyle bir deney yaşanmamıştı, yani ona göre ilk kez Çin’de görüldü kurtarılmış bölgeler.İkinci İç-Savaş Dönemi (Toprak Devrimi Dönemi, 1927-37)Bu dönemin başlarında (1927-31) iç çelişkilerin şiddetlendiği, ÇKP’nin milli burjuvazi ve toprak ağalarının (kısaca “yerli gericilik” diye tanımlanır) ittifakına karşı savaştığı anlatılır. Mao’ya göre bu dönemde “Baş çelişme” halk ile feodalizm arasındaydı. 1931’den itibaren emperyalist Japonya Çin’in önemlice bir bölümünü işgal ederek sömürgeleştirdi. Bu sırada Kuomintag’ın yönetimi altında bulunan ülkenin işgal edilmemiş geri kalanı ise “yarı-sömürge” diye tanımlanır. Böylece 1911 Devrimi’nden beri bağımsız olan “yarı-feodal” Çin resmi söyleme göre bu tarihte sömürge ve yarı-sömürge haline gelir.Bu dönemde (1927-37), çok sayıda, hatta neredeyse tüm kurtarılmış bölgeler (bağımsız rejim) yitirilir ve bunun üzerine karşı-devrimci ordunun kuşatmasını yarıp geri çekilmek üzere yapılan 1935 yılındaki ünlü “uzun yürüyüş” gerçekleşir. Bir “geri çekiliş” olan bu yürüyüşün sonunda yapılan toplantıda kurtarılmış bölgelerin kaybına ve geri çekilme zorunluluğuna neden olmakla suçlanan eski parti yönetimi ve onun politikaları değiştirilir ve Mao ÇKP liderliğine getirilir (parti başkanı seçilir). Mao’nun liderliğe yükselişi böyle gerçekleşir. Bu dönem içinde (1931-34 arasında) ÇKP’de uzun süreli savaş stratejisine (iktidarın parça parça zaptı çizgisi) karşı çıkan ve bunun yerine Mao’nun “oportünist” (“sol sapma”, “Li Li San Çizgisi”) diye nitelediği iktidarın ülke çapında silahlı bir ayaklanma yoluyla alınması strtejisini savunan görüşler partiye egemen olmuştur. Öyle analaşılıyor ki, politikaları kurtarılmış bölgelerin kaybına ve geri çekilmeye neden olarak gösterilip suçlanan ve 1935’te değiştirilen parti yönetimi bu stratejiye bağlıydı ve Mao’nun stratejisi 1935 sonrasında egemen kılınmış olmalıdır.Mao 1893’te Hunan Eyaleti’nin Shao-Shan köyünde doğdu. Bir köylünün oğludur. 1911 isyanına katılmış ve Çin Cumhuriyeti’nin doğuşunu görmüştür. ÇKP’nin iki başlıca önderi Chen Tu-hsiu ve Li To Chaos tarafından etkilenmiş, 1921’de Marksizmi benimsemiş, ÇKP I. kongresine katılmıştır. 1924/25’ten sonra köylülerin devrimci potansiyelini farketmiş, köylü sorunuyla ve hareketiyle ilgilenmiş ve incelemiş, 1927’de kırsal alanda “yeni tipte” br devrimci mücadele başlatmıştır. 1927-49 arasındaki hayatı kırda geçti.Anti-Japon Direniş Savaşı Dönemi (1937-45)Mao’ya göre Çin’de biri halk ile feodalizm, diğeri de Çin ile emperyalizm arasında olmak üzere iki temel çelişme mevcuttu. “Çelişmeler Üzerine” yazısını Mao bu dönemde yazdı ve bu dönemde “baş çelişme” Çin ile emperyalizm (ama genelde emperyalistlerle değil, özelde Çin ile Japonya) arasındadır diyerek, Japonya dışındaki emperyalist ülkelerle olanlar da dahil diğer çelişmelerin geçici olarak geri (ikinci) plana düştüklerini söyler.Mao’ya göre “Baş çelişme” siyasi bir kavramdır ve belirli bir aşamada siyasal mücadelenin baş hedefine işaret etmektedir. Baş çelişki, baş görev demektir.Böylece ÇKP bu dönemde İç-Savaş’ı bırakarak bir kez daha Milli Birleşik Cephe taktiğine (Kuomintang dahil Japon işgaline karşı çıkan tüm sınıf ve partilerle, “anavatan savunmasını kabul eden herkesle” bir anti-Japon cephe) döndü ve dışarda yalnız SSCB ile değil barışı korumak isteyen emperyalist ülkelerle de “ittifak” yapılmalıdır dedi (yani Almanya, İtalya ve Japonya’dan bileşen faşist bloka karşı SSCB, ABD ve diğer Avrupa ülkeleriyle ittifak). Nitekim anti-Japon savaş döneminde ABD, Yenan ve Mançurya’da üslenen ÇKP kuvvetlerine askeri eğitim vermiş, hem ÇKP hem de Çan Kay Şek’le ilişkide olmuş ve ikisi arasında arabuluculuk yapmıştır. Bu dönemde ÇKP ile Çay Kay Şek’in anti-komünist Kuomintang’ı yeniden aynı cephede yeraldılar. Hatta Kuomintang’ı birleşik cephede yeralmaya razı etmek için Kızıl Ordu’nun ve bağımsız rejimlerin (kurtarılmış bölgeler) adını değiştiler ve kurtarılmış bölgelerdeki hükümetlere Kuomintang’ı da dahil ederek ortak milli hükümetlere dönüştürdüler ve Kuomintang’ın silahlı mücadele ile devrilmesi siyasetini geçici olarak bıraktılar. Bazı iddialara göre Çan Kay Şek, Japonya’ya karşı ÇKP ile birleşik cepheye ikna olmadığı için bu dönemin (1937-45) başında kaçırılmış ve ÇKP ile cepheye razı olduktan sonradır ki serbest bırakılmıştır. Buna rağmen bu cephe ancak ÇKP’nin az evvel andığımız tavizleri vermesiyle kurulabilmiştir. Mao’nun bizzat kendisi bu politikasının ÇKP’nin “teslim olması (teslimiyetçilik)” olarak yorumlandığına işaretle bunu teslimiyet olarak tanımlayanlara “Çirkin iftiracılar” (“Ah Kucular”) demektedir. Tony Cliff’in yazdığına göre 1937-45 döneminde ÇKP, Koumintag kontrolündeki bölgelerde hiç bir parti örgütü kurmaya girişmez, işçi desteği aramaz bile.Sonunda faşist üçlü yenildi. SSCB’nin Japonya’ya savaş ilan etmesi ve ABD’nin Hiroşima’yı bombalaması Çin’deki Japon işgaline son verdiren belirleyici olaylar oldu ve 1945’te Japonya teslim oldu.Üçüncü İç Savaş (1946-49) Japon işgali son bulunca anti-japon Milli Cephe dağıldı. Mao, bu dönemin baş çelişkisinin Çin halkı ile yerli gericilik (Kuomintang vs) ve onun ardındaki emperyalizm (ABD) arasında olduğunu söyler. Bu dönemde Mao, feodalizm ve emperyalizmin yanısıra “komprador kapitalizm”i de hedef gösterir, ama “genel olarak kapitalizmi (milli kapitalizmi)” değil, sadece “komprador kapitalizm”in kaldırılacağını vurgular.Bu savaş 1949’da ÇKP’nin zaferiyle sonuçlandı ve Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu. Yenlgiye uğratılan Kuomintang lideri Çay Kay Şek Tayvan’a çekilip orada ABD yanlısı bir yönetim kurdu.1949’da Çin komünistleri iktidara gelince kendileriyle birlikte Maoizm diye tanımlanan ve Marksizm olarak sunulan “yeni tür bir Marksizm” gündeme getirdiler. Aslında bu Stalnizmin bir çeşididir. Onun ayırt edici yönü “köylü tipi bir Marksizmi” temsil etmesi, kırsal ve askeri bir bakış içermesidir. Çin Devrimi kırlardan kentleri kuşatma stratejisi nedeniyle ortodoks-olmayan bir yol izledi ve Çin tecrübesi genel bir tarih görüşüne dönüştürülüp Çin’in sınırlarını aşan anlamlar yüklendi. Mao’nun karmaşık (Marksist tipte bir analiz ile Çin düşüncesi ve kültürünün kombinasyonu) düşüncesinde özgün olan bir husus da “çelişki” kavramıdır. 1926’da ÇKP’nin toplam üye sayısı altı-bin civarındadır. Tony Cliff’in verdiği rakamlara göre 1926 sonunda ÇKP üyelerini % 66’sı işçi, % 22’si aydın % 5’i köylü iken, partide işçi oranı 1928 sonunda % 10’a, 1930 sonunda sıfıra düşer. 1930’dan 49’a kadar ÇKP’nin sanayi işçisi üyesi hiç yok gibidir ve bu durum Mao’nun 1949 zaferinde sanayi işçi sınıfının hiç bir rol oynamadığına işarettir. ÇKP, Cliff’e göre Orta Çin eyaletlerindeki ihtilalci köylü hareketlerine dayanmış ve buralarda Çin Sovyet Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Ama 1934’te buralarda askeri yenilgi alınca Kuzeybatıdaki Yenan’a çekildi ki, Çin’in sosyo-ekonomik bakımdan en geri olan bu bölgeleri Moğolistan ve Mançurya sınırındaydılar. Ülkenin tüm sanayi merkezleri Kuomintang kontrolündeydi.Şehirlerin düşmesinden hemen sonra ise ÇKP liderleri herhangi bir işçi ayaklanmasını önlemeye çalışarak herkesin işinin başında olmasını bildirdiler. Buna uyan işçi sınıfı hareketsiz bekledi.1949 Sonrasında Çin1966’da başlatılan Çin Kültür Devrimi on yıl sürdü. 1963’te uç veren Çin-Sovyet çatışması, 1968’den sonra devam etti. Çekoslovak işgali örneğinden ürken Çin, Çin-Sovyet sınırında tedbirler aldı. 1969’da iki ülkenin sınırlarında aylarca süren sınır çatışmaları patlak verdi. Bir Sovyet nükleer müdahalesinden korkuya kapılan Mao’nun Çin’i ABD’ye yanaştı. Çin’in geliştirdiği yeni stratejide (üç dünya teorisi) bu korkuların, kendi savunmasına dönük endişelerin etkili olduğu söylenebilir. Çin-ABD yakınlaşması karşısında tecrit olacağını düşünen SB de, ABD ile ilişki kurarak detant (yumuşama) politikasını savundu. Carter’in Nötron Bombası yapımına karşı SB kendi dış politikasının çıkarı için dünya barış hareketini harekete geçirmede önemli rol oynadı.

7 Haziran 2007 Perşembe

ÇOK SEVDİKLERİ ALLAH'LARINDAN KORKMAYAN ŞEREFSİZLER(2)

Kenan evren:1980 yılında darbe gerçekleştiğinde Genelkurmaybaşkanıydı.Darbeden sonra askerler her yerde özellikle solcuları katletti.Her toplanan kalabalık eylem yapılıyor düşüncesiyle kurşun yağmuruna tutuldu.Her zaman bunlardan pişman olmadığını söyledi.Şu an Muğla'da yaşıyor.
Alparslan Türkeş:Türkiye'de faşizmin tohumlarını attı,gençleri bu düşünceyle zehirledi.Fettullah Gülenci bir kişiliktir.ÖHP yi kurdu.Partisi heryerde Alevileri katletti.DİSK genel başkanı Kemal Türkler'in öldürme merini verdi. 1997 de öldü.Öldükten sonra Anadolu Üniversitesi'ndeki solcu gençler faşistler tarafından zorlanarak okuldan uzaklaştırıldı.
Oral Çelik:Abdi İpekçi suikastinin arkasındaki isimdir.Malatya'da öğretmen Fahri Yüksel'in öldürülmesi olayına adı karışmasıdır.Yine Malatya'da bombalama olaylarına karıştı.Beraat etmiştir,görgü tanıklarının kendisini teşhis edemediği için(!!!).Yaşıyor.

5 Haziran 2007 Salı

POLİSLİK

Sol insanı şimdiye polislerden nefret etmiştir.Nedeni basit en yakın örneği 1 Mayıs'ta Masis Kürkçügile attıkları tokat.Hemen hemen teşkilat olarak hepsi faşistler aralarında insan olanlarda var onlara birşey demiyorum hatta önlerinde saygıyla eğiliyorum.
Faşistin bu kadar bol olmasının nedeni bence bu nefret .Bizler bu nefret yüzünde polis kolejerine sıcak bakmıyoruz.Aslında bu işe sıcak baksak ve polis kolejlerine girsek bu faşist kadrolaşmanın önüne geçebiliriz ve en azından eylemlerde karşımızdaki insan da insan olur.

ÇOK SEVDİKLERİ ALLAH'LARINDAN KORKMAYAN ŞEREFSİZLER(1)

Abdullah Çatlı:Bahçelievler katliamının mimarlarından olan faşizmin doruğundaki Çatlı bu katliamda 7 kişiyi öldürmüştür,genç yaşta olmalarına rağmen. 7 TİP li yoldaşımızı öldürdüğü için faşistlerce kahraman edilmiştir ve faşistlerinin akli dengelerinin durumunu ortaya çıkarır.Susurluk öldü.
Mehmet Ali Ağca:Abdi İpekçi'yi öldürdü.Ülkücüler tarafından kahraman edildi.Bir bok becermiş gibi...Yaşıyor maalesef !!
Haluk Kırcı:Bahçelievler katliamının diğer sanığıydı,ayrıca Cumhuriyet savcı yardımcısı Doğan Öz'ün katilidir.Birkaç kere yanlış tahliye edilmiştir.Evlenmişti ve nikah şahidi MEHMET AĞAR'dır.Yaşıyor !!
Muhsin Yazıcıoğlu:Madımak olaylarının mimarıdır.Madımak'ta o kadar aydının ölümünün sorumlusu olduğu halde hiçbir işlem uygulanmamıştır niyeyse(!!!).Şu an BBP başkanıdır.Ve böyle biri meclise girmek istemektedir!!
Süleyman Demirel:Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının asılması için gerekli meclis oylamasından kabul kararı çıkmasını sağlamış,başbakanlığı zamanında gerçekleşen Sivas,Maraş vb. katliamlarına ses çıkartmamıştır.Yaşıyor maalesef !!

BAHÇELİEVLER KATLİAMI

Tarih, 9 Ekim 1978. Saat:20:00"Erzurumda tanışan Haluk Kırcı ile hem Emek Bölgesi'nin sorumlusu hem de MHP Ankara İl İkinci Başkanı olan Mahmut Korkmaz'ın, kaldıkları Bahçelievler 17. Sokak'taki bir apartmanın bodrum katında, "ülküdaş" misafirleri vardı: "Büyük Reis" Abdullah Çatlı, Bahçelievler Bölge Sorumlusu Ahmet Ercüment Gedikli ve Kürşat Poyraz.Daha önce hazırlanan plan, tekrar gözden geçirildi. Durumdan iyice emin olmak için, "İdi Amin" kod isimli Haluk Kırcı, Bahçelievler, 15. Sokak, 56/2 adresine tekrar gönderildi. Haluk Kırcı, eve gidip kapıyı dinledi. Sonra koşa koşa, arkadaşlarının bulunduğu kendi evine döndü: "İçeriden iki-üç kişinin sesi geliyor" dedi.Eylemi o akşam yapmaya karar verdiler. Ercüment Gedikli, takviye güç için Dadaş Kahvesi'ne gidip, daha önce yapacakları bu eylemle ilgili olarak bilgi toplayan Ömer Özcan ve Duran Demirkan'ı buldu: "Hareket bu akşam yapılacak, kalkın, benimle gelin."Saat 22:00Bahçelievler, 15. Sokak'taki 56 No'lu apartmanın üçyüz metre sağında, trafonun yanında gözcü olarak Duran Demirkan bırakıldı. Apartmanın bir köşesinde ise Ömer Özcan gözcülük yapacaktı. 16. Sokak'a giren küçük caddenin başındaki otomobilin içinde, Abdullah Çatlı vardı. Plana göre, içeriye dört kişi girecekti: Haluk Kırcı, Ercüment Gedikli, Mahmut Korkmaz, Kürşat Poyraz.Bu dört kişi, ürkek adımlarla 56 No'lu apartmana girdiler. 2 Numaralı dairenin önüne gelince, bellerindeki silahları çıkardılar. Ercüment Gedikli, kapıyı zorladı, açamadı. Zile bastılar. Kapının açılmasıyla birlikte eve daldılar.İçeride, Türkiye İşçi Partisi üyesi beş öğrenci vardı:ODTÜ Elektrik Bölümü öğrencisi, 23 yaşındaki Serdar Alten..Ankara Devlet Mimarlık Mühendislik Akademisi öğrencisi, 26 yaşındaki Hürcan Gürses.Ankara İktisadi Ticari Bilimler Akademisi Gazetecilik Bölümü öğrencisi, 23 yaşındaki Efraim Ezgin.Hacettepe Üniversitesi İstatistik Bölümü öğrencisi, 20 yaşındaki Osman Nuri Uzunlar.Aynı okuldan, 20 yaşındaki Latif Can.Televizyon seyretmekte olan öğrenciler, elleri silahlı dört kişiyi görünce şoke oldular.Saldırganlar da şaşırdı. Evde beş kişi olmasını beklemiyorlardı. Bildikleri, en fazla üç kişi olduğuydu.Hemen hemen aynı yaşlardaki saldırganlar, evdekilerin ellerini arkadan bağlayıp, yüzükoyun yere yatırdılar. Odaları dolaşıp arama yaptılar. Haluk Kırcı, "Böyle devrimcilik mi olur, evde bir silah dahi yok," dedi.Evde silah yoktu. Saldırganların evde bulabildikleri, Genç Öncü, Çark Başak ve Yürüyüş adlı dergilerdi. Ve başta Aziz Nesin olmak üzere, bazı ünlü yazarların kitapları...Saldırganlar, evdekilerin sayılarının fazla olması nedeniyle aralarında biraz tartıştılar. Bir de arabada bekleyen Reis'e danışmaya karar verdiler. Kürşat Poyraz ve Ercüment Gedikli, dışarıya çıkıp durumu anlattılar.Abdullah Çatlı, Kürşat Poyraz'ı yanına alarak: "Ben şimdi geliyorum, beni bekleyin" dedi. Çatlı ve Poyraz otomobille hareket edince, Ercüment gözcülerin yanına gidip onları uyardı: "Aman dikkat edin, sinek uçsa bize haber verin."Kısa bir zaman geçti.Reis Çatlı, gittiği yerden döndü. Onlara bir şişe eter ve pamuk getirmişti. Kürşat Poyraz ve Ercüment Gedikli, eteri ve pamuğu alıp eve girdiler. Yere yatan beş gencin yüzüne sırasıyla, etere batırılmış pamuğu bastırdılar. Tam o sırada, kapı kısa aralıklarla üç kez vuruldu. Saldırganlar telaşlandılar, kim olabilirdi gecenin bu saatinde?Kapıyı açtılar. İki kişi daha gelmişti. Türkiye İşçi Partisi Üyesi Faruk Erzan ve Salih Gevence. Evde bulunanların sayısı, bir anda, 7'si TİP'li gençler olmak üzere, 11 kişi olmuştu. Tekrar Reisleri Çatlı'ya koştular, durumu haber verdiler.Çatlı, 'soğukkanlılığını' kaybetmedi. Emrini verdi: "Sonradan gelen iki kişiyi alıp otomobile getirin."Kürşat Poyraz ve Haluk Kırcı, Salih Gevence ile Faruk Ferzan'ı, Çatlı'nın otomobiline getirdiler. Kürşat Poyraz otomobilin önüne, Çatlı'nın yanına, Haluk Kırcı ve tabanca tehdidi altındaki iki TİP'li genç, arka koltuğa oturdular. Araba, Bahçelievler'den çıkıp süratle İstanbul-Eskişehir yoluna yöneldi.10 dakika sonra, Balmumcu yolunun 13. kilometresine vardılar. Otomobil durdu. Abdullah Çatlı, aracın motorunu çalışır durumda tutarken, farlarını söndürdü. İki TİP'li genç, Haluk Kırcı ve Kürşat Poyraz tarafından, yol kenarındaki tarlanın içine doğru 600 metre götürüldü. 24 yaşındaki Faruk Erzan'ın kafasına üç, 26 yaşındaki Salih Gevence'nin kafasına da üç kurşun sıktılar. Otomobil aynı hızla yine Bahçelievler'in 15. Sokağı'na döndü. Haluk Kırcı ve Kürşat Poyraz, arabadan inip eve girdiler. Evde bulunan Ercüment Gedikli ve Mahmut Korkmaz, beş TİP'li genci eterle bayıltmıştı. Aslında Çatlı'nın yolda yaptığı plan değişikliğine göre, evdeki "esirler", ikişer üçer otomobile bindirilip Eskişehir yoluna götürülecekti.Bu arada Serdar Alten'in yarı uyanık olduğunu gördüler, kollarına girip otomobile götürdüler. Reis, "Hemen geri götürün, biraz önce buradan ekip arabası geçti. Belki Eskişehir yolundaki cesetleri bulmuşlardır. İşi siz, evde bitirin." emrini verdi. Serdar Alten, eve geri götürüldü.Saldırganlar, beş genci nasıl yok edeceklerini tartıştılar. Haluk Kırcı, "Ben iple boğarım" dedi. Bu teklife, arkadaşları bile şaşırdı. "Sahi yapabilir misin?"Haluk Kırcı; "Denerim" dedikten sonra; içeri girip, telden yapılmış bir askı getirdi. Osman Nuri Uzunlar'ı, sürükleyerek mutfağa götürdü. Telle boğazını sıktı. Ancak telle boğamayacağını anladıktan sonra, gidip banyodan bir havlu aldı. 20 yaşındaki Uzunlar'ın yüzüne havluyu bastırdı. Dakikalar geçti. Osman Nuri Uzunlar, havlunun altında can çekişiyordu.Üniversite öğrencisi Uzunlar'ın öldürülmesi epey zaman aldı. Bunun üzerine Haluk Kırcı ülkücü akadaşlarına dönüp; "Bu böyle olmayacak, siz evden çıkın, ben hepsinin kafasına sıkıp çıkarım," dedi. Eskişehir yolunda kullandığı silahı Kürşat Poyraz ile değiştirip, ondan mermi dolu 14'lü tabancayı aldı. Ercüment Gedikli, Kürşat Poyraz, Mahmut Korkmaz dışarı çıktılar. Ercüment Gedikli, gözcülük yapan Ömer Özcan ve Duran Demirkıran'a, "görevlerinin" bittiğini bildirdi. Sonra Çatlı ile otomobilde bekleyen Kürşat Poyraz ve Mahmut Korkmaz'la birlikte, 15. Sokak'tan hızla uzaklaştılar.Evin içi...Haluk Kırcı, otomobilin sesini duyar duymaz, silahını, elleri arkadan bağlanmış olarak yerde yatan dört gencin üzerine boşalttı...Serdar Alten'in mide ve bağırsaklarını üç kurşun;Hürcan Gürses'in kalp ve böbreğini üç kurşun;Efraim Ezgin'in başını dört kurşun;Latif Can'ın akciğerini iki kurşun parçaladı.Tabancasındaki kurşunları bitiren "İdi Amin" lakaplı Haluk Kırcı, evden koşarak uzaklaştı.56 Numaralı apartmanın tam karşısında oturan polis memuru Tuncay Özkul, silah seslerini duyarak balkona çıktı. İnce uzun boylu bir şahsın hızla karşı apartmandan koşarak çıktığını gördü. Ev arkadaşı komiser Seyfi Eroğlu'nu uyandırdı. Silahlarını alıp karşı apartmana girdiler. 2 Numaralı daireden 'imdat' sesi geliyordu. Kapıyı kırıp içeriye girdiler.Manzara karşısında dehşete kapıldılar.Dört genç kanlar içindeydi. Bir diğerinin başında havlu vardı.Gençlerden biri, Serdar Alten, ölmemişti...Serdar Alten su istedi. Şoktaydı. O haliyle, kendilerine saldıranların dört kişi olduğunu söyleyebildi ve tarif etmeye başladı: "Kaçanlardan ikisi esmer, ikisi sarışındı. Bize ateş eden ise, kıvırcık saçlı, esmer bir çocuktu."Serdar Alten, Hacettepe Hastenesi'ne kaldırıldı.O, hastanede yaşam kavgası verirken, Haluk Kırcı aynı semtteki öğrenci evlerine gelmiş, yatağına girmişti bile...Sabah erken saatte Abdullah Çatlı'nın Cebeci Talatpaşa Bulvarı'ndaki 154/9 numaralı evine gitti. Silahı, "Reis'ine teslim etti.Çatlı ve Kırcı, hiçbirşey olmamış gibi, kahvaltı yapıp sohbet ettiler. Radyodan öğle haberlerini dinlediler. 6 kişinin öldüğünü, ancak bir kişinin yaşadığını öğrenince, telaşlandılar. Çatlı Nevşehir'e, Kırcı Erzurum'a gitti. Serdar Alten, hastanede ağır yaralı haliyle, Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Mehmet Bağış ile Emniyet 2. Şube Müdürü Tahsin Gündal'a ifade verdi:"Eve dört kişi girdi. Birinci şahış sarışın, uzun boylu , kot pantolon giymişti. İkinci şahıs, esmer, geniş kafalı, orta boylu, kısa saçlı. Üçüncü şahıs, genç kıvırcık saçlı, 16 veya 18 yaşında. Dördüncü şahıs hakkında fazla bilgim yok." Çok acı çektiğini, daha fazla konuşamayacağını belirten Serdar Alten, "Bizi faşistler vurdu, biz ilerici gençlerdik. Bu nedenle bizi faşistler vurdu" deyip, tam ameliyata girerken, hatırladığı bir bilgiyi de söyledi. "Beni zorla dışarı çıkardılar. Büyük mavi renkli bir otomobilin yanına götürdüler."Otomobilde bulunan şahsın orta boylu, 23 yaşlarında biri olduğunu ve diğerlerinin kendisine "Reis" diye hitap ettiğini söyleyebildi ve ekledi: "Otomobilin plakası 34 PD, numarasını görmedim."Serdar Alten 8 gün ölümle pençeleşti. 17 Ekim 1978'de saat 11.30'da, daha bıyıkları bile yeni terlemeye başlamışken, yaşama veda etti.Polisler, 34 PD numaralı bir otomobil bulamamışlardı.Ama tesadüfi iki olay, katliamın sanıklarını ortaya çıkardı.Birincisi, polise gelen bir ihbardı:"Nevşehir Avanos yolu üzerinde Kozaklı Benzin İstasyonu üzerinde metalik mavi renkli Amerikan tipi büyük bir otomobilin plakasının şehirleri belirleyen numarası önünden kartona yazılmış 34 numarası çıkarıldı. Aracın, 34 numaralı karton çıkarılmadan önce, plaka numarası 34 PD 137 iken, çıkarıldıktan sonra altından 06 PD 137 numarası çıktı."Polis, bu kez 06 PD 137 numarayı araştırdı. Plaka, Ülkücü Gençler Derneği eski 2. Başkanı Mustafa Mit üzerine kayıtlıydı.Mustafa Mit, yakalanıp gözatına alındı. O tarihte Ülkü Ocakları Başkan Yardımcılarından olan Mustafa Mit'in, Deniz Hakim Yarbay Enis Tunga'ya verdiği bilgiler, mahkemenin hazırlık soruşturması tutanağına şöyle geçti:"1976 yılında Ülkü Ocakları Derneği'nde yaklaşık 4-5 ay kadar süreyle ikinci başkanlık yapmıştım, Bu dönemde bizim derneğin başkanı olan Selahattin Sarı bana yaklaşık 130 bin lira vererek, "Teşkilatı dolaşın, bakın, uygun bir araba alın" dedi. Şoför Ali Şerit'le birlikte, arabalardan iyi anladığı için, galerileri dolaştık.Metalik mavi renkte, 74 model malibu klasik model bir araba beğendik. Bu sırada arabanın plakası üzerindeydi. Plakası 06 PD 137 idi. Görevde bulunduğum süre içerisinde araba Ali Şerit tarafından kullanıldı. Ben görevden ayrıldıktan sonra otomobil Muhsin Yazıcıoğlu ve Abdullah Çatlı tasarrufundaydı. Otomobilin Bahçelievler Olayı'nda kullanıldığnı öğrendiğimde, kendimi kurtarmak için olayı araştırdım. Olay günü, olan 9 Ekim 1978'de aracın, yanı 06 PD 137 metalik mavi renkli Chevrolet Malibu'nun, Abdullah Çatlı'da olduğunu öğrendim."Ülkücü hareketin önemli isimlerinden Mustafa Mit, Cebeci'deki Acıbadem 51 Çayevi'nde Şevkat Çetin ile yaptıkları bir sohbetti de şöyle anlatır. "Bahçelievler'de yedi kişinin öldürülmesi olayında teşkilatın katkısı olabileceği ni tahmin ediyordum. Şevkat'e bu soruyu sorduğumda, bizim Çatlı'nın işleri diye bana söylemşti."Abdullah Çatlı, 8 Kasım 1978 tarihinde Adapazarı'nda gözaltına alındığında, otomobilin o tarihte cezaevinden tahliye edilen Muhsin Yazıcıoğlu'nu Sivas'tan alıp getirmek üzere oraya gönderildiğini söyledi. İfadesi doğru kabul edildi. Çatlı, Ankara Emniyeti'ne değil, İstanbul Emniyeti'ne teslim edildi. Ve kısa bir süre sonra da, Gayrettepe 'den serbest bırakıldı. Oysa, 06 PD 137 plakalı otomobili Sivas'a götüren Selahattin Sarı ifadesinde, 9 Ekim 1978 tarihinde Sivas'tan Ankara'ya döndüklerini ve aracın anahtarını ÜGD Genel Merkezi'ne bıraktığını söylemişti.İkinci tesadüfi olay ise çok ilginçtir:Bahçelievler Katliamı'ndan iki ay sonra bir ahbap toplantısında, Semiha Üstündağ adlı bir hanım, katliamdan iki gün önce, Bahçelievler Pazarı'na birşeyler almak için giderken, 3. Cadde ile 16. Sokağın birleştiği yerde, biri orta boylu, kestane renkli aşağı sarkık bıyıklı, diğeri ise zayıf, sarışın, uzunca boylu iki kişinin konuşmasına tanık olduğunu söyler. Elinde zincir ve tesbih bulunan bir kişinin, diğerine, "tamam mı" diye sorduğunu, diğerinin de "tamam, 5-6-2" dediğini duyduğunu, Bahçelievler Katliamı'nın 56/2 numarada olduğunu gazeteden okuyunca, aklına bu ilginç olayın geldiğini söyler. İşte bu ahbap toplantısında bulunan polis memuru Recep Oktay, duyduklarını meslektaşı Selami Ünal'a, o da komiser Dürüst Oktay'a anlatır.Tanıma uyan kişinin Bahçelievler'in tanınmış faşistlerinden Duran Demirkıran olduğu ortaya çıkar. Demirkıran, 18 Aralık 1978 günü gözaltına alınır.Ve Bahçelievler Katliamı, faili meçhul olmaktan kurtulur.Olayda kullanılan eterin, Numune Hastanesi eczanesinde görevli bir faşist tarafından İbrahim Çiftçi'nin emriyle çalınmış olduğu ise, zamanın Numune Hastanesi Başhekimi Dr. Turhan Temuçin ve Siyasi Şube Müdürü Tayyar Seven tarafından ortaya çıkarılmıştı.Bahçelievler Katliamı ile ilgili olarak:Haluk Kırcı; ölüm cezasına,Ahmet Ercüment Gedikli ölüm cezasına,Ömer Özcan ve Duran Demirkıran 28'er yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı.Olayın diğer failleri Abdullah Çatlı, Ünal Osmanağaoğlu, Mahmut Korkmaz, Kürşat Poyraz, "ele geçirilememişlerdi."Mahmut Korkmaz, 1978 yılında Viyana'dan İstanbul'a dönerken Yeşilköy havaalanında yakalandı.Susurluk Kazası'ndan sonra Bahçelievler Davası yeniden açıldı ve duruşmalar, Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde sürüyor.Çatlı, Osmanağaoğlu, Poyraz, aranıyor!..Gençlerin yakınlarının Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığı aleyhine açtıkları dava ise, Ankara 6. İdare Mahkemesi'nde başladı.Ailelerin avukatı Ersen Şansal "Katliamın planlayıcısı ve faili olan Abdullah Çatlı'nın, bir milletvekili ve üst düzey bir bürokratla birlikte öldüğü kazanın, bu şahsın devletle ilişkisinin durumunu belgelediğini, kazadan sonra yine üst düzey bir yetkilinin "devlet için silah sıkanların şerefli olduğunu söylediğini" belirtmiştir.Aynı davaya avukat olarak giren A. Erdal Merdol ise, devletin güvenlik güçlerince aranan insanlara olanak ve yetkiler tanıdığını söyledi.Yukarıdaki bilgiler, 4. Kolordu Komutanlığı, Ankara 1 Nolu Askeri Mahkeme Tutanakları, Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi Duruşma Tutanakları ile, Haluk Kırcı ve Mahmut Korkmaz'ın Pişmanlık Yasası'ndan yararlanmak için yaptıkları itiraflarından; gazeteci Soner Yalçın ve Doğan Yurdakul tarafından derlenmiştir. Susurluk'ta; milletvekili, polis şefi, MHP'li katil üçgeninin tek kare bir fotoğrafı, bir kaza sonucu çekilebildi. Oysa bu mafya cumhuriyetinde yaşanan ve yaşanmakta olan her saniye, bu tür fotoğraflarla örülüdür. Bu mafya cumhuriyetinin karakteri budur. Ve bu büyük çetenin elleri kan içindedir. Kürt ve Türk halklarının kanı, onyıllardır böyle acımasızca akıtılmaktadır. Kanımıza sahip çıkmalıyız. Alınterimize, emeğimize olduğu gibi!..Bütün bunların bir bedeli olduğunu onlara hatırlatalım.Ve hiçbirşeyi unutmayalım, unutturmayalım!.

4 Haziran 2007 Pazartesi

RUHİ SU


Mehmet Ruhi Su, 1912 yılında Uşak'ta doğdu. Memur olarak çalışan babasının tayini ve ataması vesilesiyle Van'a yerleşti ve çocukluğunun büyük bir bölümünü burada geçirdi. Genç yaşlarda babasını ve kısa zaman sonra da annesini kaybetti. Çocukluğunun geri kalan ve gençlik yıllarını yanlarına verildiği yoksul bir aile ve daha sonra da öksüzler yurdunda geçirdi. Bir ara İstanbul'da askeri okullarda okudu, ancak müzik sevgisi onu yeni arayışlara itti. Adana Öğretmen Okulu'nda okurken, Ankara'ya Müzik Öğretmen Okulu'na (Musiki Muallim Mektebi) girmeyi başardı.1942`de Ankara Devlet Konservatuarını`nın Şan bölümünü bitirdi. Aynı yıllarda sırasıyla Ankara Cebeci İkinci Ortaokulu`nda sonra Hasanoğlan Köy Enstitüsü`nde müzik öğretmenliği yaptı.Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’na seçildi, konservetuarın opera bölümünde de okudu ve daha sonra da Devlet Operası'nda çalıştı. Devlet Operası sanatçısı olarak, Bastien Bastienne, Satılmış Nişanlı, Madame Butterfly, Fidelio, Tosca , Yarasa, Aşk iksiri, Rigoletto, Figaro'nun Düğünü, Maskeli Balo ve Konsolos gibi operalarda rol aldı. Türk Opera Sanatı'nın temelinde Ruhi Su'nun da katkısı büyüktür.
Ankara Radyosu`nda onbeş günde bir yayınlanan türkü programları düzenledi; Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi`nde büyük bir koro oluşturdu.Aldığı klasik batı müziği eğitimi , ömrü boyunca kendini adadığı türkülerin yorum ve icrasına yaklaşımının kurumsal temelini oluşturdu.
Ruhi Su, sosyalist dünya görüşü nedeniyle
1952-1957 yılları arasında 1951 TKP tevkifatı dolayısı ile hapis yattı. 1960'ta İstanbul'da Taksim Belediye Gazinosu'nda sahneye çıkan Ruhi Su, bir yandan da halk türkülerini kaydedip, arşivleme görevini üstlendi. Bu arada radyoda da 'Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor' anonsuyla sunulan bir radyo programı yaptı. Bu programlardan birinde söylediği "Serdari Halimiz Böyle N'olacak? Kısa çöp uzundan hakkın alacak" türküsü nedeniyle radyodaki işine son verildi.
Söylediği türkülerdeki siyasi vurgular yüzünden aleyhinde kampanyalar başlatılan ve işini kaybeden sanatçı, türküleri derleyip, yeniden yorumlama işine kendi başına devam etti.
1975'te Dostlar Korosu’nu kurdu. 1978'den sonra ürettiği kasetlerle halk müziğinin, yaygınlaşmasına büyük katkıda bulundu. Aydınlara türkü dinlemeyi öğreten kişi olarak da bilinir.
Ruhi Su,
12 Eylül yönetiminin engellemeleri yüzünden yurtdışında tedavi şansı bulamadı ve 20 Eylül 1985'te öldü. Mezarı İstanbul Zincirlikuyu'dadır. Ruhi Su'nun cenaze törenine binlerce kişi katıldı ve cenaze 12 Eylül döneminin ilk büyük kitle gösterisi haline dönüştü. Cenazede gözaltına alınan 163 kişi İstanbul siyasi şübede 15 gün süreyle gözaltında tutuldu.
Kendisi
Alevi Deyişlerini okumuş, Pir Sultan'ın, Hatayi'nin ve diğer ozanların deyişlerini yorumlamıştır. Nazım Hikmet'in şiirlerini ilk besteleyenlerdendir. 1954'te hapisteyken söylediği Mahsusmahal adlı türküsüyle ünlendi ve ölümünden 21 yıl sonra o türküsü Ulusal Kanal'da yayınlanmaya başlandı.
Ruhi Su'nun sesini korumadaki hassasiyeti hakkında pek çok anlatı vardır. Bunlara göre Ruhi Su, sesine zarar vermemek için kuruyemiş ve çamaşır suyundan uzak dururmuş. Sorulduğunda, sesini korumadaki bu hassasiyetinin sanata ve dinleyenlere saygısından kaynaklandığını ifade edermiş.
Ruhi Su, ölümüne kadar 16 tane 45'lik plak, 11 uzunçalar çıkardı. Ölümünden sonra kurulan Ruhi Su Kültür ve Sanat Vakfı aracılığıyla eşi Sıdıka Su (ölüm 18 Ekim 2006) ve oğlu Ilgın Su özel arşivlerdeki ses kayıtlarından yararlanarak plak, kaset ve CD üretimini sürdürdüler. Vakfın merkezi
Beyoğlu, İstanbul'dadır.
Sanatçı hakkında Ajans21 tarafından, Ezgili Yurek: Ruhi Su 1995 (24 dk) adında bir belgesel hazırlanmıştır. Bu belgesel Ruhi SU hakkında hazırlanan ilk belgeseldir. Bunun dışında Avusturya Belgeseli ve Ruhi Su Belgeseli (Hilmi Etikan) adlarında iki belgesel film de Ruhi Su Kültür ve Sanat Vakfı aracılığıyla gösterilmektedir.

VEDAT DEMİRCİOĞLU

18 Temmuz 1968 günü sabaha karşı 04.30’da polislerin Gümüşsuyu İTÜ öğrenci yurduna yaptığı baskında pencereden atılan FKF üyesi VEDAT DEMİRCİOĞLU 6 gün komada kaldıktan sonra 24 Temmuz’da yaşamını yitirdi.
Vedat Demircioğlu, 6. Filo'yu protesto eylemlerinin verdiği ilk kurban, ilk şehit idi. Vedat Demiroğlu’nun ölümü üzerine devrimci öğrenciler eylem kararı alırlar. “Sosyalist Devrimciler” olarak anılan Türkiye İşçi Partisi (TİP) çizgisindeki Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) üyesi öğrenciler Aksaray’daki TİP binası önünde ve İTÜ’de, “Demokratik Devrimciler” adıyla anılan Devrimci Öğrenci Birliği (DÖB) üyesi öğrenciler de İstanbul Üniversitesi Merkez kampüste toplanmaya başladılar.
FKF’li öğrenciler kollarına taktıkları siyah bantlarla Vilayet binasına doğru yürüyüşe geçerler. Polisle çatışmama, yere oturarak “pasif direnişe” geçme kararı almış olan Harun Karadeniz’in önderliğindeki öğrenciler Vilayet önüne vardıklarında polis “pasif direnişe” bile zaman bırakmadan kalabalığı döverek dağıtır. Ardından gelen ikinci öğrenci grubu da polisin sert tepkisiyle karşılaşırken aldıkları karar doğrultusunda yere otururlar. Oturan öğrenciler polis tarafından tutuklanır. Deniz Gezmiş önderliğindeki “Demokratik Devrimciler”, polis tarafından Çemberlitaş’ta durdurulur ve öğrencilerle polis arasında çatışma çıkar. Günün sonunda 47 öğrenci tutuklanırken, birçok öğrenci de yaralanmıştır...
Bir Sabah Uykusunda
Bir sabah uykusunda
Polisi saldırdılar
Demircioğlu Vedat'ı
Coplarla öldürdüler
Coplarla yumruklarla
Vurdular öldürdüler

Gencecik çocuklardı
Belki siz de gördünüz
Ellerinde pankartlar
Yolda gidiyorlardı

Özgürlük istiyorlardı
Özgürlük diyorlardı
Ellerinde pankartlar
Özgürlük diyorlardı

Altıncı Filo derler
Belki siz de gördünüz
Kıbrıs'ta karşımıza
Çıktılar, durdurdular
Boğaz'da karşımıza
Çıktılar, öldürdüler

Kurtuluş savaşında
Belki siz de gördünüz
Demircioğlu bir değil
Halkımız gibi çoğul
Geliyor çağıl çağıl
Geliyor çağıl çağıl
Ruhi SU

AYŞE İDİL ERKMEN


1970 yılında İstanbul’da doğdu. Üniversite gençliğinin akademik demokratik mücadelesi içinde yer aldı. 1990 yılından itibaren Ortaköy kültür merkezinde çalışmaya başladı. Özgürlük Türküsü Müzik topluluğunun ilk elemanlarındandı. Daha sonra Ayşe Gülen Halk Sahnesi, Kültür ve Sanatta Tavır Dergisinde çalışmaya başladı. O, bir devrimci sanatçıydı. 1994 yılında tutsak düştü. Tahliyesine bir yıldan az bir zaman kala başlayan eylemde Ölüm Orucunun gönüllüsü oldu. Eylemin 68. günü 26 Temmuz 1996 da dünyada ölüm orucundan hayatını kaybeden ilk kadın oldu.

SİBEL YALÇIN

Sibel Yalçın, henüz 18 yaşındayken, 9 Haziran 1995 tarihinde DYP İstanbul İl Merkezi önünde, göz altına alındıktan 4 ay sonra cesedi bulunan Ayşenur Şimşek`in intikamını almak için bir polisi öldürdükten sonra girdiği çatışmada öldürüldü.
Okmeydanı`nda girdiği evde ev sahiplerini evden çıkardıktan sonra polisle çatışmaya başlamıştır. Polisin teslim ol çağrısına "Siz bizim teslim olduğumuzu nerde gördünüz, asıl siz teslim olun, " diye karşılık verir.
Cenazesi 5 gün süreyle verilmemiştir, ancak 16 Haziran tarihinde alınan cenazesi Alibeyköy Mezarlığı`nda toprağa verilmiştir.
Sibel Yalçın Destanı . Biz Hiç Teslim Olmadık Ki!
Daha onsekizinde. Ömrünün baharında. Ölüm daha çok uzak yaşına. Umut onunla, sevinç onunla, gelecek onunla. Yükselsin diye erdemin bayrağı semalarımızda, onsekizinde, ömrünün baharında, yüreğine doldurup umudu, düştü hasretinin ardına. Erken büyüyor çoçuklarımız. Onaltı yaşında direnişçi, onsekizinde bir kahraman. Öyle bilge, öyle insan, gözlerinde gökyüzünün yedi rengi. Uyanıyor bir Haziran sabahında İstanbul. Uyanıyor Gazi, uyanıyor Armutlu, Okmeydanı uyanıyor. Gündönüyor, varoşlardan akıyor hayat. Taze bir bahar havası sokaklarda. Uyanıyor İstanbul. Gencecik bir kızın, Sibel’in zafer sloganlarıyla. Bu haykırış, bu slogan, bu ses. Tanıyor bu sesi insanlık binlerce yıl öncesinden, Anadolu köylerinden tanıyor. Baba İshak’tan, Demirci Kawa’dan, Köroğlu’ndan, Bedreddin’den tanıyor. Pir Sultan’ın sesi bu. Yüzyıllar öncesinden bugüne uzanan. Bir ana, nasıl korursa yavrularını kötülüklerden, bir güvercin nasıl çırpınırsa yavruları için, öyle koruyor yoldaşlarını. Onun mayasında vefa var, özveri var, tereddütsüz kendini feda etmek var yolunu gözleyenlere. O feda kuşağının evladı. Kaç kez geçti de ateş çemberinden, kaç kez sınadı da yüreğini kavgada, öyle aldı bu yükü omuzlarına. Geri çekiliyor vuruşa vuruşa. Gecekondular sıralanmış yolu boyunca. Çiçekleniyor sokaklar o vuruştukça. Gözler aralamış perdeleri. “Gir içeri” diyor gözler. “Burası siper, burası vatan sana”. Sırtından sıvazlıyorlar Sibel’i. Gözlerimizden bir damla yaş olup akanlar. Dört mevsime, yedi iklime sorduklarımız. Canımızdan çok sevdiklerimiz. Kulağına eğiliyorlar ve “SOR bunların hesabını” diyorlar. “Bir vakit orman kuytuluklarına atılmanın, dipsiz kuyulara salınmanın, ahlaksızlıkların, namussuzlukların...SOR bunların hesabını. Makineye kaptırılan kol için sor, Üzerine kurşun yağan bedenler için SOR”. Güç veriyorlar. Damarlarına taze kan oluyorlar. Akacaklarını bile bile. Biz hiç teslim olmadık ki. Pir Sultan teslim olmadı ki Hızır Paşa’ya. Mahir teslim olmadı ki. Bedreddin bir kez bile el pençe divan durmadı ki. Seyid Rıza dar ağacında kendi çekti ya ipini. Çiftehavuzlar’da, Bağcılar’da, nazlı nazlı dalgalanan bayrağımız, Sabo’larımız, Niyazi’lerimiz hiç teslim olmadı ki. Yazmaz tarih kitapları başeğdiğimizi zulmün önünde. Ölüme, yarine hasret bir sevdalı gibi sarılıp öylece ölürüz de, başeğmeyiz yine de zulmün önünde. Ey evladını yitirmiş analar. Ey şafak söktüğünde yola dizilip, gecekondu sokaklarında çamura toza bulananlar, alnından akan terle, toprağı işleyenler. Bir dilim ekmek için, gündoğumuyla günbatımını, kör karanlık mahzenlerde yitirenler. Ey işçiler. Gökkuşağının renkleriymişçesine tamamlayanlar birbirlerini, Anadolu’ya can katanlar, halklarımız! Öpün koklayın hasretle. Vatan diye kucaklayın şimdi o gülen fotoğrafı... SİBEL’İ...

AYŞE GÜLEN

ABD Başkanı George Bush'un Türkiye'ye gelmesi öncesinde 16-17 Nisan 1992'de İstanbul'da çok sayıda eve operasyonlar düzenlendi. Dönemin İstanbul Emniyet Müdürlüğü Özel Harekat Şube Müdürü İbrahim Şahin'in başında bulunduğu özel harekat timlerince Devrimci Sol örgütüne yönelik yürütülen operasyonların sonucunda 3 eve yapılan baskında toplam 10 kişi öldürüldü. Bunlardan ikisi tiyatrocu Ayşe Gülen ve Ayşe Nil Ergen idi. Tiyatrocu arkadaşların Kadıköy Erenköy'deki evlerine 16-17 Nisan günü yapılan baskında Gülen kapının önünde, Ergen de banyoda olduğu sırada kurşun yağmuruna tutuldu. Olay sonrasında Emniyet Müdürlüğü yaptığı açıklamada her 4 evde çatışma çıktığını ve söz konusu kişilerin çıkan çatışma sonucu öldürüldüğünü öne sürdü. Ancak İHD ve bazı avukatların olay yerinde yaptığı incelemelerde Sabahat Karataş'ın öldürüldüğü ev dışındaki iki yerde herhangi bir çatışma çıkmadığını saptadı.
Polislerin Ayşe Gülen'in çocukluk fotoğraflarına bile kurşun yağdırdığı belirlendi. Olaydan sonra adı Ayşe Gülen Halk Sahnesi'ne verilen Gülen ile Ergen'in infazıyla ilgili olarak tam 5 yıl sonra 15 polis hakkında "faili belli olmayacak şekilde adam öldürmekten" dava açılabildi. Kadıköy Cumhuriyet Başsavcı Vekili Ahmet Orkan'ın hazırladığı iddianamesinde polislerin, Polis Salahiyet ve Vazife Kanunu'nun 16 ve TCK'nın 49. maddelerine göre kendilerini korumak zorunda kalıp kalmadıklarının araştırılmasını istedi. Dava süresi boyunca müdahil vekillerinin hemen hiçbir talebi kabul edilmedi ve olay yerinde keşif yapılmadı. Polislerin birçoğu Kadıköy 1. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmalara gelip ifade bile vermedi. Ve dava, 3 yıl sonra, 14 Ekim 2000 günü, Polis Salahiyet ve Vazife Kanunu'nun 16 ve TCK'nın 49. maddelerine göre 15 polisin beraatiyle sonuçlandı.
Ayşe Gülene Ağıt
yavaş yavaş araladı göz kapaklarını...
perdeleri açılıyordu tiyatronun...
sahnedeydi artık idil can...
heyecandan titreyip kasıldı...
"güzel canlı ne varsa bizimledir.
insanın yurdu bir kat daha kendinin olur,
toprağına, suyuna karıştıkça kanı...
yaşamış sayılmaz zaten, yurdu için ölmesini bilmeyen!"
ağır ağır kapandı perde...
gülümsüyordu dünyaya...
kadınlar ki; bin yıldır cephe ardında...
kadınlar ki; şimdi düşmüş, dövüşüyorlar cephede...
ayşe gülen, nil, sibel, adalet..
toplanmışlardı başına...
terini sabo siliyordu...
içi bir cehennemdi söndüremiyordu.
“mitralyöz, mitralyöz...”

ULAŞ BARDAKÇI


1947 yılında Hacıbektaş'da doğdu. İlk ve orta öğreniminden sonra ODTÜ'ye girdi ve burada devrimci düşüncelerle tanıştı. Revizyonizmin ve oportünizmin egemen olduğu bir dönemde, Marksizm-Leninizmin devrimci çizgisini benimsedi. Dev-Genç'in oluşumunda etkin bir biçimde yer aldı. 1970 sonlarında Mahir Çayan yoldaşla birlikte tüm oportünist ve revizyonistlerle olan her türlü bağların kesilmesi ve THKP-C'nin kurulması çalışmalarında etkin bi-çimde yer aldı. THKP-C'nin ilk silahlı eylemlerinde yer aldı. Mayıs 1971 yılında E. Elrom'un kaçırılması üzerine başlatılan "Balyoz Harekâtı" sırasında esir düştü. Kasım 1971'de askeri cezaevinden firar eden beş devrimciden biriydi. THKP-C saflarındaki sağ-sapmanın tasfiyesi ve Öncü Savaşının sürdürülmesi düzeyinde İstanbul'da çalışmayı sürdürdü. 19 Şubat 1972 günü kaldığı ev oligarşinin zor güçlerince kuşatıldı. Son kurşununa kadar savaşma kararlılığıyla çatışmaya girişti. Ve sabaha karşı öldürüldü.

İBRAHİM KAYPAKKAYA


1949 yılında Çorum'da doğdu. Babası yoksul bir emekçiydi. Okulundan arta kalan zamanlarda ailesine yardım ediyordu. Ama koyun gütmeye giderken bile yanına kitap kalem alıyordu. İlkokulu bitirince Ankara Hasanoğlan Öğretmen Okulu'na yatılı öğrenci olarak başladı. Devrimci düşüncelerle de ilk kez burada tanıştı. Hasanoğlan'dan pekiyi ile mezun olunca İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'na kaydoldu. Köyüyle ilişkisini hiç kesmiyor, her gidişinde dergi, gazete, kitap götürüyordu. O artık Çapa'daki devrimci çevrenin en önde gelenlerindendi. İlk bildirisini gericilerin saldırısına uğrayan Çetin Altan için kaleme alacaktı. Konferans, açık oturum, forum, tartışma, seminer ne varsa hepsini izliyordu. Fikir Kulüpleri Federasyonu'na bağlı olarak kurulan Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Fikir Kulübü kurulunca İbrahim başkanlığa seçildi. Bunun üzerin bir ay okuldan uzaklaştırma cezası aldı.
Forum, Ant, Türk Solu, Aydınlık gibi dergilere yazıyordu. Öğrenci hakları için verilen bir kavganın ardından bir grup arkadaşıyla birlikte okuldan atıldı.Önce bir otelde çalıştı, ardından matematik dersleri vererek geçimini sağlamaya başladı.
Eylemlerde hep en önde yürüyordu.
1960'ların sonunda "Demokratik Devrimciler" adı verilen ve TİP içinde muhalefet eden grubun içindeydi. Bu grubun gençlik içindeki örgütlenmesi Dev-Genç'ti. Dev-Genç içinde de bir süre sonra ayrılık çıktı ve İbrahim "Aydınlıkçı" grup içinde yer aldı. 12 Mart döneminde ise Aydınlıkçılardan, eylem anlayışı, Cumhuriyet dönemine yaptığı eleştiriler ve Kürt sorunu nedeniyle koptu. Askeri yönetim koşullarında TKP/ML olarak adlandırılan örgütün kurulmasına önayak oldu.
Malatya, Tunceli, Antep'te örgütlenme çalışmaları yürüttü. Köy göz gezdi, köylülere Çin, Vietnam ve Ekim devrimlerini anlattı.
Onun çalışma yaptığı köylerin yakınında Sinan Cemgil ve iki arkadaşı girdikleri çatışmada öldürülmüşlerdi. İhbarcının Kâhyalı köyü muhtarı Mustafa Mordeniz'in olduğunu ortaya çıkarttı. Ardından muhtar öldürüldü.
Muzaffer Oruçoğlu ve Ali Haydar Yıldız ile birlikte Tunceli yöresine geçti. 23 Ocak 1973 gecesi kaldıkları köy kuşatıldı. Ali Haydar vuruldu. Diğer arkadaşları kaçtı, Kaypakkaya da vurulmuştu. Köylerden aldığı yardımla bir süre yaralı olarak yaşadı. Vurulduğunun beşinci günü ise köyün öğretmeninin ihbarı sonucu tutuklandı. Buzlu derelerin içinde yaya sürüklendi. Ayakları donmuştu. Askeri hastanede ayakları kesildi. Sorgu ve cezaevi dönemi dört ay sürdü.
Delik deşik bedeni babasına 1973 yılının Mayıs ayında Diyarbakır Cezaevi'nde teslim edildi.

ERDAL EREN


Erdal Eren’i idam sehpasına kadar götüren süreç, Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği (YDGD) üyesi ODTÜ öğrencisi Sinan Suner’in, 30 Ocak 1980’de katledilmesiyle başladı. Ankara’nın Yukarı Ayrancı semtinde yazılama yapan Sinan Suner, MHP’li Bakan Cengiz Gökçek’in koruması Süleyman Ezendemir’in kurşunlarıyla öldürüldü. Suner’i vurmakla yetinmeyen Ezendemir, arabaya aldığı Suner’i başkent sokaklarında dolaştırdı, işkence etti. Öldüğüne emin olunca da hastane kapısına attı Suner’in cesedini.
Olayın duyulmasının ardından, 2 Şubat 1980’de Sinan Suner’in öldürüldüğü yerde protesto gösterisi yapıldı. Gösteriye müdahale eden askerlerle göstericiler arasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge ölürken, Erdal Eren’le birlikte 24 kişi gözaltına alındı. Eren, Zekeriya Önge’yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklandı. 2 Şubat’ta gözaltına alınan Erdal Eren, tarihin en hızlı yargılamasının ardından, 19 Mart 1980’de idama mahkum edildi. Henüz 17 yaşındaydı Erdal Eren. Ne yaşına bakıldı, ne avukatlarının sunduğu delil ve tanıklara. Dünyanın dört bir tarafında idama karşı tepkiler yükseldi, imzalar toplandı. Ancak karar mahkeme öncesinden verildiğinden, yargıçlara sadece emri uygulamak düştü.
Dünyadan gelen tepkilere de meşhur " asmayalım da besleyelim mi?" biçiminde yanıt verilmesiyle 13 aralık 1980 de kararinfaz edilerek, 17 yaşındaki Erdal asıldı.
Erdal Eren asıldığında henüz 17 yaşındaydı. Bildiğiniz gibi, hem 18 yaşından küçüklerin ceza indirimi vardır, hem de idam edilemezler. Ancak mahkemenin atladığı yalnız bu değildi.
1- Yaş tesbiti için talep edilen kemik testi yapılmadı
2- Erdal Erenle birlikte yakalanan 24 kişi tanık olarak dinlenmedi
3- Ölen askerin elbisesi, adli tıpa gönderilmedi

HÜSEYİN CEVAHİR



Türkiye Halk Kurtulus Partisi ve Cephesi (THKP-C)'nin kurucularindan.Mahir Çayan, 14 Agustos 1945'de Samsun'da dogdu. Babasi devlet memuruydu. Ilkögretimine Üsküdar'da Halil Güçlü Ilkokulu'nda basladi ve Pasakapisi Ilkokulu'nda tamamladi. Ortaokul ve liseyi Haydarpasa Lisesi'nde tamamlayan Mahir Çayan, 1963'te Istanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne girdi. Ancak burada bir yil ögrenim gördükten sonra Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne kaydoldu.
Bu arada Türkiye Isçi Partisi (TIP)'ne ve Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF)'na bagli SBF Fikir Kulübü'ne de giren Çayan, 1965'de bu örgütün baskanligini yapti. 1967'de kisa bir süre için Fransa'ya gitti. 1968'de Izmir'de 6.Filo'yu protesto gösterilerinde gözaltina alindi, sonra serbest birakildi. Bu yillarda TIP ve FKF içinde baslayan tartismalarda Milli Demokratik Devrim (MDD) görüsünü benimsedi. SBF içindeki etkinliginde bu görüs dogrultusunda davrandi. Yusuf Küpeli'nin FKF genel baskani oldugu bu dönemde, gerek SBF'de gerekse Ankara'daki devrimci mücadele içinde aktif olan Çayan, TIP adina Zonguldak'da ve Karadeniz Ereglisi'nde çalismalarda bulundu. Bu gezide Sadun Aren ile TIP Senatörü Fatma Ismen'in tutumunu elestirdi. Bu konudaki görüslerini "Aren Oportunizminin Niteligi" adi altinda Türk Solu adli dergide yayinladi. Bu arada Milli Demokratik Devrim dogrultusunda ideolojik çalismalarini yogunlastiran Mahir Çayan, Emek dergisinde Kenan Somer'in "Devlet Devrim ve Lenin" ve "Devrim Nasil Tanimlanmali" baslikli yazilarina Türk Solu'nda "Revizyonizmin Keskin Kokusu" adli iki yaziyla cevap verdi.
9-10 Ekim 1969'da Ankara'da yapilan ve Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (Dev-Genç) adini alan FKF kurultayinda yapmis oldugu uzun konusmayla dikkati çekti. Bu dönemde Yusuf Küpeli ve Münir Aktolga ile davranan Mahir Çayan, 1970'de Gülten Savasçi ile evlendi. 17-18 Ekim 1970'te divan baskanligini Yusuf Küpeli'nin yaptigi son Dev-Genç genel kurulunda da önemli bir konusma yapti. Bu konusmada Mihri Belli ile olan ayriliklarin üstüne giden Çayan, MDD stratejisinin bir savas stratejisi oldugunu ve bunun bir savas örgütü yani bir parti ile gerçeklesebilecegini savundu. Bundan sonra 29-30 Ekim 1971'de Ankara'da TIP Genel Kurulu toplandigi sirada, bu kongreye katilmamis MDD görüsünü benimseyen delegelerle ve delege olmayan isçi ve ögrencilerle birlikte düzenlenen "Proleter Devrimcilerin Sohbet Toplantisi"ndan sonra Mihri Belli ve grubu ile olan anlasmazlik kopma noktasina geldi. Mahir Çayan, Yusuf Küpeli, Ertugrul Kürkçü ve Münir Ramazan Aktolga imzasiyla yayinlanan 'Aydinlik Sosyalist Dergi'ye Açik Mektup" ise bu süreci noktaladi. Bu sirada birlikte hareket ettigi arkadaslariyla birlikte Türkiye Halk Kurtulus Partisi (THKP)'nin kurulus çalismalarini da yürüten Mahir Çayan, örgütün genel komitesi tarafindan Yusuf Küpeli, Münir Ramazan Aktolga ile birlikte Merkez Komitesi'ne getirildi. Komite içinde yapilan görev bölüsümü sonucunda, THKP'nin siyasal ve ideolojik görüslerinin biçimlenmesinden sorumlu oldu. Bu konuda Kurtulus dergisinde yazilar yazdi. "Yayin Politikamiz" ve "Devrimde Siniflarin Mevzilenmesi" baslikli yazilarda partinin devrim anlayisini formüle etti. Daha sonra bu görüslerini "Kesintisiz Devrim I-II-III" adli brosürde daha açiklayici biçime sokarak, kesinlestirdi. Bu arada THKP'nin sehir gerillasi eylemlerini de planlayan Çayan, 12 Subat 1971'de Ankara'da Ziraat Bankasi Küçükesat Subesi soygununa katildi. Subat 1971'de Hüseyin Cevahir, Ulas Bardakçi, Ziya Yilmaz, Kamil Dede, ve Oktay Etiman'la birlikte Istanbul'a geldi ve örgütün eylemlerine burada devam edilmesi için hazirliklarda bulundu. 15 Mart 1971'de Türk Ticaret Bankasi Erenköy Subesi soygununa katildi. Bunun ardindan 4 Nisan 1971'de isadamlari Mete Has ve Talip Aksoy'un kaçirilip 400 bin liralik fidye alinmasi eylemini arkadaslariyla birlikte gerçeklestirdi. Bu arada Türkiye Halk Kurtulus Partisi'nin tüzügünü Münir Ramazan Aktolga'yla birlikte hazirladi. Ayni günlerde "Ihtilalin Yolu" adli parti bildirisini de kaleme alan Mahir Çayan, 17 Mayis 1971 günü Israil'in Istanbul Baskonsolosu Ephrahim Elrom'un kaçirilmasi eylemini Ulas Bardakçi ve Hüseyin Cevahir'le birlikte gerçeklestirdi. 29 Mayis 1971'de Hüseyin Cevahir'le birlikte kaldiklari evden kaçip, sigindiklari bir baska evde Sibel Erkan'i alikoydular. Burada güvenlik kuvvetleri tarafindan kusatildilar. 1 Haziran 1971'de polisin açtigi ates sonunda Hüseyin Cevahir öldü. Intihara tesebbüs eden Mahir Çayan yarali olarak ele geçti. Bir süre hastanede yatan Çayan, daha sonra tutuklanarak hakkinda TCK'nin 146. maddesini ihlal etmekten dolayi dava açildi. Mahir Çayan durusmasinin savunma asamasinda 29 Kasim 1971 günü Ziya Yilmaz, Cihan Alptekin, Ulas Bardakçi ve Ömer Ayna'yla birlikte Kartal-Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaçti. Bir süre Istanbul'da kalan Çayan, bu süre zarfinda örgüt içinde basgösteren anlasmazligi tartismak üzere 12 Aralik 1971'de Yusuf Küpeli ve Münir Aktolga ile görüstü. Ancak bu görüsmede bir sonuç saglanamadi ve Çayan içerde olduklari süre içinde partinin çizilmis olan stratejisini terkettikleri gerekçesiyle Merkez Komitesi'ndeki bu iki arkadasini suçladi. Daha sonra Genel Komite'deki diger üyelerin de onayini ile Yusuf Küpeli ve Münir Ramazan Aktolga'nin THKP'den ihraç edilmelerini sagladi. Ocak 1972'de Istanbul'dan Ankara'ya gelen Çayan, burada Türkiye Halk Kurtulus Ordusu (THKO)'yla birlikte bir eylem yapilmasi konusunda Ertugrul Kürkçü, Cihan Alptekin ve Ömer Ayna'yla görüs birligine vardi. Mart 1972'de Fatsa'ya gelen Mahir Çayan ve arkadaslari 26 Mart 1972'de Ünye'deki Radar Üssü'nde çalisan üç Ingiliz teknisyeni kaçirdilar. Bundan sonra Ingilizlerle birlikte Niksar'in Kizildere köyüne gelen Mahir Çayan ve arkadaslari, gizlendikleri evi kusatan T.C Askerleri ile girdikleri catisma sonunda turkiye devrim tarihine direnme ve teslim olmama gelenegini kazandirarak silah arkadaslari ve yoldaslariyla birlikte 30 mart 1972'de sehit dustu.

MAHİR ÇAYAN


Türkiye Halk Kurtulus Partisi ve Cephesi (THKP-C)'nin kurucularindan.Mahir Çayan, 14 Agustos 1945'de Samsun'da dogdu. Babasi devlet memuruydu. Ilkögretimine Üsküdar'da Halil Güçlü Ilkokulu'nda basladi ve Pasakapisi Ilkokulu'nda tamamladi. Ortaokul ve liseyi Haydarpasa Lisesi'nde tamamlayan Mahir Çayan, 1963'te Istanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne girdi. Ancak burada bir yil ögrenim gördükten sonra Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne kaydoldu.
Bu arada Türkiye Isçi Partisi (TIP)'ne ve Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF)'na bagli SBF Fikir Kulübü'ne de giren Çayan, 1965'de bu örgütün baskanligini yapti. 1967'de kisa bir süre için Fransa'ya gitti. 1968'de Izmir'de 6.Filo'yu protesto gösterilerinde gözaltina alindi, sonra serbest birakildi. Bu yillarda TIP ve FKF içinde baslayan tartismalarda Milli Demokratik Devrim (MDD) görüsünü benimsedi. SBF içindeki etkinliginde bu görüs dogrultusunda davrandi. Yusuf Küpeli'nin FKF genel baskani oldugu bu dönemde, gerek SBF'de gerekse Ankara'daki devrimci mücadele içinde aktif olan Çayan, TIP adina Zonguldak'da ve Karadeniz Ereglisi'nde çalismalarda bulundu. Bu gezide Sadun Aren ile TIP Senatörü Fatma Ismen'in tutumunu elestirdi. Bu konudaki görüslerini "Aren Oportunizminin Niteligi" adi altinda Türk Solu adli dergide yayinladi. Bu arada Milli Demokratik Devrim dogrultusunda ideolojik çalismalarini yogunlastiran Mahir Çayan, Emek dergisinde Kenan Somer'in "Devlet Devrim ve Lenin" ve "Devrim Nasil Tanimlanmali" baslikli yazilarina Türk Solu'nda "Revizyonizmin Keskin Kokusu" adli iki yaziyla cevap verdi.
9-10 Ekim 1969'da Ankara'da yapilan ve Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (Dev-Genç) adini alan FKF kurultayinda yapmis oldugu uzun konusmayla dikkati çekti. Bu dönemde Yusuf Küpeli ve Münir Aktolga ile davranan Mahir Çayan, 1970'de Gülten Savasçi ile evlendi. 17-18 Ekim 1970'te divan baskanligini Yusuf Küpeli'nin yaptigi son Dev-Genç genel kurulunda da önemli bir konusma yapti. Bu konusmada Mihri Belli ile olan ayriliklarin üstüne giden Çayan, MDD stratejisinin bir savas stratejisi oldugunu ve bunun bir savas örgütü yani bir parti ile gerçeklesebilecegini savundu. Bundan sonra 29-30 Ekim 1971'de Ankara'da TIP Genel Kurulu toplandigi sirada, bu kongreye katilmamis MDD görüsünü benimseyen delegelerle ve delege olmayan isçi ve ögrencilerle birlikte düzenlenen "Proleter Devrimcilerin Sohbet Toplantisi"ndan sonra Mihri Belli ve grubu ile olan anlasmazlik kopma noktasina geldi. Mahir Çayan, Yusuf Küpeli, Ertugrul Kürkçü ve Münir Ramazan Aktolga imzasiyla yayinlanan 'Aydinlik Sosyalist Dergi'ye Açik Mektup" ise bu süreci noktaladi. Bu sirada birlikte hareket ettigi arkadaslariyla birlikte Türkiye Halk Kurtulus Partisi (THKP)'nin kurulus çalismalarini da yürüten Mahir Çayan, örgütün genel komitesi tarafindan Yusuf Küpeli, Münir Ramazan Aktolga ile birlikte Merkez Komitesi'ne getirildi. Komite içinde yapilan görev bölüsümü sonucunda, THKP'nin siyasal ve ideolojik görüslerinin biçimlenmesinden sorumlu oldu. Bu konuda Kurtulus dergisinde yazilar yazdi. "Yayin Politikamiz" ve "Devrimde Siniflarin Mevzilenmesi" baslikli yazilarda partinin devrim anlayisini formüle etti. Daha sonra bu görüslerini "Kesintisiz Devrim I-II-III" adli brosürde daha açiklayici biçime sokarak, kesinlestirdi. Bu arada THKP'nin sehir gerillasi eylemlerini de planlayan Çayan, 12 Subat 1971'de Ankara'da Ziraat Bankasi Küçükesat Subesi soygununa katildi. Subat 1971'de Hüseyin Cevahir, Ulas Bardakçi, Ziya Yilmaz, Kamil Dede, ve Oktay Etiman'la birlikte Istanbul'a geldi ve örgütün eylemlerine burada devam edilmesi için hazirliklarda bulundu. 15 Mart 1971'de Türk Ticaret Bankasi Erenköy Subesi soygununa katildi. Bunun ardindan 4 Nisan 1971'de isadamlari Mete Has ve Talip Aksoy'un kaçirilip 400 bin liralik fidye alinmasi eylemini arkadaslariyla birlikte gerçeklestirdi. Bu arada Türkiye Halk Kurtulus Partisi'nin tüzügünü Münir Ramazan Aktolga'yla birlikte hazirladi. Ayni günlerde "Ihtilalin Yolu" adli parti bildirisini de kaleme alan Mahir Çayan, 17 Mayis 1971 günü Israil'in Istanbul Baskonsolosu Ephrahim Elrom'un kaçirilmasi eylemini Ulas Bardakçi ve Hüseyin Cevahir'le birlikte gerçeklestirdi. 29 Mayis 1971'de Hüseyin Cevahir'le birlikte kaldiklari evden kaçip, sigindiklari bir baska evde Sibel Erkan'i alikoydular. Burada güvenlik kuvvetleri tarafindan kusatildilar. 1 Haziran 1971'de polisin açtigi ates sonunda Hüseyin Cevahir öldü. Intihara tesebbüs eden Mahir Çayan yarali olarak ele geçti. Bir süre hastanede yatan Çayan, daha sonra tutuklanarak hakkinda TCK'nin 146. maddesini ihlal etmekten dolayi dava açildi. Mahir Çayan durusmasinin savunma asamasinda 29 Kasim 1971 günü Ziya Yilmaz, Cihan Alptekin, Ulas Bardakçi ve Ömer Ayna'yla birlikte Kartal-Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaçti. Bir süre Istanbul'da kalan Çayan, bu süre zarfinda örgüt içinde basgösteren anlasmazligi tartismak üzere 12 Aralik 1971'de Yusuf Küpeli ve Münir Aktolga ile görüstü. Ancak bu görüsmede bir sonuç saglanamadi ve Çayan içerde olduklari süre içinde partinin çizilmis olan stratejisini terkettikleri gerekçesiyle Merkez Komitesi'ndeki bu iki arkadasini suçladi. Daha sonra Genel Komite'deki diger üyelerin de onayini ile Yusuf Küpeli ve Münir Ramazan Aktolga'nin THKP'den ihraç edilmelerini sagladi. Ocak 1972'de Istanbul'dan Ankara'ya gelen Çayan, burada Türkiye Halk Kurtulus Ordusu (THKO)'yla birlikte bir eylem yapilmasi konusunda Ertugrul Kürkçü, Cihan Alptekin ve Ömer Ayna'yla görüs birligine vardi. Mart 1972'de Fatsa'ya gelen Mahir Çayan ve arkadaslari 26 Mart 1972'de Ünye'deki Radar Üssü'nde çalisan üç Ingiliz teknisyeni kaçirdilar. Bundan sonra Ingilizlerle birlikte Niksar'in Kizildere köyüne gelen Mahir Çayan ve arkadaslari, gizlendikleri evi kusatan T.C Askerleri ile girdikleri catisma sonunda turkiye devrim tarihine direnme ve teslim olmama gelenegini kazandirarak silah arkadaslari ve yoldaslariyla birlikte 30 mart 1972'de sehit dustu.

ALMAN DEVRİMİ

Birinci Savaştan itibaren Alman Solu Bolşeviklerin büyük etkisi altına girdi. Bu durum Nettle’a göre bir Lenin-Lxemburg kutuplaşmasını gündeme getirebilirdi, ama olmadı. Birinci Savaş içinde Rosa Lüxemburg, tek sayı çıkan bir derginin adıyla Enternasyonal diye bilinen gruba dahildi. Bu grup Nisan 1915’te kurulmuştu. Ama savaş içinde veya sonunda etkili bir örgüt kurmayı beceremediler. Bu grup aynı zamanda Spartakistler adıyla biliniyordu. Adı Enternasyonal olan bu grup Zimmerwald Konferansı (Eylül 1915)’nda Lenin’in İkinci Enternasyonal’in bölünmesi (ondan kopuş) ve onun yerine bir Üçüncü Enternasyonal kurulması, emperyalist savaşın iç savaşa çevrilmesi görüşüne destek vermedi.R. Lüxemburg’un Enternasyonal grubu tüm olup bitene rağmen Alman SPD’den örgütsel kopuşu hala redediyordu. Spartakistler (Spartkusbund) de denen bu grup İkinci Enternasyonal’den (merkezcilerden) ve SPD’den kopuşa yanaşmadı. 1917’de kopuşa niyeti olmayan ama SPD’den ihraç edilen muhalif bir grup Bağımsız Alman S-D Partisi (USPD) adında yeni bir parti kurmak zorunda kaldı. Spartakistler (Rosa Lüxemburg-Karl Liebknecht grubu) bu tarihte hala SPD içinde muhalif bir gruptu ve Lenin’in onlara yaptığı SPD’den kopuş önerisini dinlemiyorlardı. Onların örgütlenme anlayışı gevşek bir örgütlenme, parti-içi demokrasi ve SPD liderliğinin üye kitlesine dayanarak “aşağıdan yukarıya” ele geçirilmesi idi. Bunlar 1918 sonuna kadar hala küçük ve etkisiz bir gruptu ve örgütlenmeye önem vermiyorlardı. Almanların çoğu böyle bir grubun varlığından dahi habersizdi. SPD’den ayrılıp ayrı örgüt olmak istemediler ve bunun faturasını pahalı ödediler. Daha sonra bu grup USPD’ye katıldı. Aslında bu grubun sembolü Rosa Lüxemburg değil, Karl liebknecht idi. Lenin, Almanya’da ad vererek onu ve onun grubu dediği Spartakus grubunu destekledi.Nisan 1917’de Berlin’de politik grev dalgası yükseldi.Alman Devrimi 1918’de başladı.Ocak 1918’de bir diğer grev dalgası koptu ve bu ikinci dalgada Berlin’in büyük fabrikalarında devrimci fabrika grupları diye bilinen işçi sovyetleri doğdu. Bu sovyetler savaş dönemi boyunca yaşadılar, Kasım 1918-Mart 1919 arasında önemli bir rol oynadılar.Bu grevleri ve oluşumları desteklese de Spartaküs grubunun bu olaylarda ne payı vardı ne de denetimi. Eylül 1918’de yeni bir grev dalgası koptu. Cephelerde Alman ordusu yenilmekteydi. USDP ve işçi sovyetleri SPD’ye kıyasla hükümetten daha radikal şeyler talep ettiler.Ekim 1918’de Spartaküs Grubu ayaklanma çağrısı yaptı.Kasım 1918’de cephelerde asker sovyetleri, Almanya’nın en önemli kentlerinde ise işçi sovyetleri oluştu. USPD, İşçi Sovyetleri ve Spartakus Grubu ittifak halinde 11 kasım 1918 tarihinde bir ayaklanma planladılar. Plandan haberdar olan kral 9 Kasım’da görevini SPD liderine bıraktı ve kral ile ayaklanma planlayanlar arasında arabuluculuk işlevi gören SPD Almanya’da iktidara geldi. Aynı gün Karl Liebknecht sosyalist cumhuriyet (işçi sovyetleri iktidarı) ilan etti.Ama bu grubun örgütsel gücü ile sloganları/talepleri arasında bir uyumsuzluk vardı.SPD ise hemen sonra Demokratik Cumhuriyet ilan etti. SPD ve USPD ortak bir hükümet kurdular. Spartakus Grubu bu tarihte USPD içinde bir baskı grubuydu. 9 Kasım 1918’de Rosa Lüxemburg cezaevinden serbest bırakıldı. Çok yaşlanmış ve hastaydı. Aynı gün Jogiches’in önerisiyle başlarında K. liebknecht’in bulunduğu bir grup Berlin’de bir matbayı basarak Die Rote Fahne (Kızıl Bayrak) adlı bir gazete bastırılmasını sağladılar. 11 Kasım 1918’de Enternasyonal Grubu Spartaküs resmi adını benimsedi ve iktidarı SPD-USPD ittifakından alma hazırlıkları yaptı. 10 Kasım’da iktidarın işçi ve asker sovyetlerine verilmesini talep etti. Ama sovyetlerde etkisi olmadığı için bu slogan iktidarın bu gruba verilmesi anlamına gelmiyordu. SPD ise Kurucu Meclis sloganını benimsedi. İki ayrı taktikti bunlar. USPD ikisi arasında gidip geldi. Sovyetlerde SPD ve USPD etkindiler. USPD’nin içinde ve onun sol kanadı olarak varlığını sürdüren Spartaküs grubunun programı Bolşeviklerin (Rus tecrübesinin) kopyasıydı. 21 Aralık 1918’de ordu sovyet yürütmesini tutuklama girişiminde bulununca, Ocak 1919 ayaklanması patlak verdi.Karl Liebknecht ve R. Lüxemburg işte bu ayaklanma sırasında öldürüldüler.Nettle’ye göre R. Lüxemburg, bir Üçüncü Alternatif olabilirdi, ama olamadı. O tarihlerde Ya Bolşevizm(Leninizm, sc) Ya Sosyal-Demokrasi dayatılmıştı. Rosa Lüx.emburg’un da katıldığı Berlin’deki kongrede 1 Ocak 1919’da Alman Komünist Partisi kurulmuş, böylece Spartaküs Grubu kendini AKP’ye ve ilk kez bağımsız bir partiye dönüştürmüştü. Ama 10-13 Ocak 1919’da ordu ayaklanma yandaşlarını ezdi. 15 Ocak akşamı K. Liebknecht ile R. Lüxemburg öldürüldüler.
AKP adıyla ayrı bir parti kurduktan iki hafta sonraydı bu. R. Lüxemburg’un cesedi bir köprüden kanala atıldı. Ceset 31 Mayıs 1919’da bulundu ve 13 Haziran’da toprağa verildi. 29 Ocak’ta Franz Mehring öldü. R. Lüxemburg ve Jogiches’in ölümlerinden sonra KPD (AKP) Bolşevizmin etkisine girdi. 1921 ve 1923’te iktidarı alma girişiminde bulunan KPD her ikisinde de başarısız kaldı.

MEKSİKA DEVRİMİ

20. yüzyılın büyük devrimlerinden biri. Bu devrim 1876-1910 arasında yöneten Porfirio Diaz’ın diktatörlüğünü devirmek amacıyla başladı. O tarihte Meksikalılar’ın % 80’i köylüydü. Emiliano Zapata’nın liderliğindeki köylü ordusu Diaz’ın yerine geçen yeni Madero hükümetine karşı 1910-11’de toprak reformu için bir mücadele açtı. 1913’de Madero bir ordu darbesiyle (karşı-devrim) devrildi. Devrilen Anayasacı Madero’nun güçleri ile Zapata ve Villa’nın köylü orduları 1914’te yeni rejime karşı ittifak kurdular ve aynı yıl Zapata ve Villa’nın köylü orduları federal başkenti işgal ettiler. Ama Villa ve Zapata bir toprak programından öte ülkeyi yönetmek için bir programa sahip değillerdi. Bu nedenle ulusal hükümet üzerinde rekabetten çekildiler ve bir boşluk doğdu.Bu boşluğu burjuva generaller doldurdu. Madero’nun generallerinden Carranza devlet başkanı oldu ve 1917’de yeni bir burjuva anayasa ilan etti. Zapata, iki yıl daha savaşını devam ettirdikten sonra 1919’da bir suikastle öldürüldü. İşçiler bu devrime bağımsız bir güç olarak katılmadıkları gibi, 1915-16’da Zapata ve Villa’nın güçlerine karşı burjuva generallerle ittifak yapmışlardı.

VİETNAM DEVRİMİ

1858’den itibaren Fransa tarafından işgal edilen Vietnam bu süreçte bağımsızlığını yitirdi ve 1896’da hem ekonomik hem politik bakımdan ilhakı tamamlanıp tamamen sömürgeleşti. Monarşi Fransa ile işbiriği yaptı. Sömürge düzeni 1896’dan 1916’ya dek iyice pekişti. Vietnam’da modern sınıflar ancak Birinci Savaş sonrasında oluşmaya başladılar.1930’da Vietnam İşçi Partisi (Vietnam Komünist Partisi) kuruldu ve bir zamandır aydınların öncülük ettiği ulusal harekete o önderlik etti.Vietnam’da ilk kurtarılmış bölgeler 1930-31’de doğdu. Buralarda tıpkı Çin’deki gibi iktidarı halk iktidarı adı altında Köylü Soyetleri (Köylü Birlikleri) ele geçirdi.İkinci Savaş’ın yaklaşmakta olduğu sıralarda Komünist Enternasyonal savaşa ve faşizme karşı barış ve demokrasi için “geniş halk cepheleri” acil görevini belirledi. Nitekim Fransa’da 1936’da FKP öndeliğinde Halk Cephesi seçimleri kazanıp hükümet kurdu. Fransa’daki bu gelişmenin Vietnam’a etkisi hayli olumlu olmuş, 1936-39 arasında Vietnam’da siyasal özgürlük ortamı genişlemiş, legal propaganda, ajitasyon ve örgütlenme imkanları doğurmuştu. Buna karşın Fransız işgali devam ediyordu. Gene de Fransız Emperyalizmini Yıkalım, Topraklara El Koyalım, Fransız Söürgeciliği vs gibi sloganlar ve kavramlar bu dönemde askıya alınmış, düşman tarifinde daha çok Fransız Faşistleri ve Gerici Sömürgecileri gibi söylemler tercih edilmişti. Çünkü Fransa faşist üçlüye karşı SSCB’nin yanındaydı ve KE’in politikaları Vietnam’a böyle yansıtılıyordu.1939’da II. Savaş başlayınca durum değişti. Aralık 1939’da partinin MK’sı Fransız emperyalizmine karşı bir birleşik cephe kurmayı ve bir ayaklanma örgütlemeyi kararlaştırdı. Bu öncelikli görevin başarısı için toprak devrimi siyaseti (topraklara el koyma ve dağıtma sloganı) bırakıldı (Bk. Ho Şi minh, Seçme Yazılar, Aşama Yay.).Bu arada hızlı değişiklikler cereyan etti. Hitler Fransa’yı işgal edince, Japonya Çin Hindi ve Vietnam’ı Fransa’dan aldı. Böylece Vietnam, bu kez Japonya ile karşı karşıya geldi.Vietnam devriminin bir ulusal kurtuluş devrimi olduğundan hareketle 1941’de Viet Minh adında bir ulusal cephe kuruldu. 1944-45’te ise Vietnam Kurtuluş Ordusu kuruldu. Anti-Japon bir genel ayaklanma hazırlıkları yürütüldü. Mayıs 1945’te Nazi Almanya’sı teslim olunca, 8 Ağustos 1945’te SSCB Japonya’ya savaş ilan etti ve sonunda ABD’nin de devreye girişiyle 15 Ağustos 1945’te Japonya da teslim oldu. Bu kez II. Savaşın galibi olan ABD, İngilter ve Fransa müttefik ülke orduları girecekti Vietnam’a. Parti erken davranıp onlar gelmeden ve Japonlar’dan boşalacak yeri doldurmadan önce genel bir ayaklanmayla iktidarı almaya karar verdi.Ağustos 1945’te tüm ülkede iktidar alındı ve Ho Şİ Minh başkanlığında bir geçici hükümet kuruldu. Proletarya önderliğinde bir halk devrimi olarak tanımlanan bu olayı takiben 2 Eylül 1945’te ise Vietnam Demokratik Cumhuriyeti ilan edildi.Bu zaferde dış etkenler ve uluslararsı gelişmeler belirleyici oldu. Ama Vietnam gene de Fransızlar tarafından ele geçirildi.1954’te ülkenin kuzeyinde zafer kazanıldı. Güneydeki direniş hala kazanmamıştı. Bu aralıkta Güney’de Fransızlar’ın yerini ABD aldı. Güneydeki direniş 1960’ta oluşturulan Güney Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi önderliğinde ABD’ye karşı sürdürüldü. Vietnam’ın birliği ve bağımsızlığı günün sloganı oldu. 1969’da Güney Vietnam da kurtarıldı.

RUS DEVRİMİ

Bu devrim Ocak-1904’te başlayan Rus-Japon savaşı hala sürerken patlak verdi. Bolşevik Partisi Tarihi’ne göre bu savaş sırasında Troçki ve Menşevikler “yurt savunması”ndan sözederken Lenin ve Bolşevikler devrimi güçlendireceği için Çarlığın yenilgisini istediler.Devrim 1905 yılının başında (Putilov Fabrikası’nda işçilerin atılmasını protesto eden ve hızla bir genel greve dönüşen bir grevle) başladı ve sonuna dek sürdü (Ocak’tan Aralık’a). 1904’te sahte bir işçi örgütü kurmuş olan Papaz Gapon adında bir provakatör, Rusya’nın en büyük sanayi kenti Petersburg’un en büyük fabrikası olan Putilov’da grevin başladığı 9 Ocak 1905 günü kendi örgütü aracılığıyla taleplerini Çar’a duyurmak üzere ellerinde Çar’ın resimleri ve Kilise’nin bayrakları ile 140 bin kadar işçiyi Kışlık Saray’a sessiz bir yürüyüş yapmaya ikna etti. Provakasyonu farkeden Bolşeviklerin uyarısı para etmeyince onlar da işçilerle birlikte yürümek zorunda kaldılar. Üzerlerine ateş açıldı ve binden çok işçi öldü. 9 Ocak 1905’teki bu işçi katliamı “Kanlı Pazar” diye bilindi ve her yıl anıldı. 1905 Devrimini başlatan işte bu katliam oldu. Olay duyulunca Rusya’nın İstanbul’u Petersburg’un her yanında poltik grev ve gösteriler başladı. İşçi semtlerinde barikatlar kuruldu ve Ocak ayı boyunca 440 bin işçi katıldı bu gösterilere. İşçi mücadelesi politik bir nitelik almıştı. Moskova, Varşova, Riga ve Bakü gibi merkezlerde de işçilerin askerlere karşı zaman zaman silahlı direnişe geçtikleri görüldü. Bolşeviklerin Nisan 1905 Londra Kongresi (III. Kongre) ile Menşeviklerin 1 Mayıs 1905 Cenevre (İsviçre) Konferansı Rusya’da 1905 Devriminin devam ettiği bu koşullar altında toplanmış ve kendi stratejilerini, bu devrimde poletaryanın taktiğinin ne olması gerektiğini tartışıp kendi görüşlerini belirlemişlerdi. Lenin’in 1905’teki bu birinci burjuva devrimi sürerken Haziran-Temmuz 1905’te yazdığı “Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği” kitabında “İki Taktik” dediği “Rus sosyalist hareketinin Jakobenleri” olarak tanımladığı Bolşevik ve “Rus sosyalist hareketinin Jirondenleri” dediği Menşevik kanatların aldığı bu kararlardır. Anlatılmak istenen 1905 Devrimi başlayınca doğan yeni koşullarda biri Bolşeviklerin diğeri Menşeviklerin (Yeni Iskra Grubu) benimsediği iki farklı tutumudur. Lenin’in İki Taktik adlı kitabının konusu Bolşeviklerin ve Menşeviklerin aldığı kararların karşılaştırılarak tartışılmasıdır. Lenin, İki Taktik’ten birkaç ay sonra yazdığı “Sosyal-Demokratların Köylü Hareketi Konusundaki Tutumu” (Bk. Social-Democracy’s Attitute Towards The Peasant Movement, Collected Works, vol. 8, s. 230-39, 14 Eylül 1905) başlıklı bir yazısında “Kesintisiz Devrim” kavramını kullandı ve bunun anlamını şöyle açıkladı: “Demokratik devrimden derhal ve kesinlikle gücümüze bağlı olarak, sınıf-bilinçli ve örgütlü proletaryanın gücüne bağlı olarak sosyalist devrime geçmeye başlayacağız. Biz kesintisiz devrimi savunuyoruz. Yarı-yolda durmayacağız”. Lenin burjuva devrimde proletayanın rolü ve görevleri konusundaki görüşlerini ikinci burjuva devrimi (Şubat 1917) sürecinde yazdığı “Letters From Afar” (Uzaktan Mektuplar, Mart-Nisan 1917) adıyla bilinen mektuplarında ve Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi (Nisan 1917) adı altında toplanmış bulunan çeşitli makalelerinde daha da geliştirir. Devrim ilerleyen aylarda sürdü ve Bolşeviklerin ayaklanma ve iktidar organları olarak, devrimci iktidarın bir çekirdeği olarak görecekleri ilk işçi sovyetleri doğdu. Ama Petersburg işçi sovyeti yönetimi Menşeviklerin eline geçmiş ve bu durum 1905 devriminde sovyetlerin belirleyici rol oynamalarını engellemişti. Bolşevik Partisi Tarihi’ne göre Troçki ve Menşevikler Petersburg sovyetine ayaklanma karşıtı bir tutum benimsetmişlerdi. Rusya’nın Ankara’sı olan Moskova’da Moskova işçi sovyeti baştan beri Bolşeviklerin elinde oldu ve devrimci bir tutum izledi, ayaklanma organı rolü oynadı. Bolşeviklerin girişimiyle Moskova’da ayrıca Asker Temsilcileri Sovyeti kuruldu. Ekim-Aralık (1905) ayları arasında Rusya’nın hemen bütün işçi merkezlerinde İşçi Temsilcileri Sovyetleri kuruldu. Haziran'da Odessa’da Karadeniz Filosu’na dahil büyük bir savaş gemisi olan Potemkin Zırhlısı’ndaki denizciler isyan etmiş ve onbir gün devam eden ordu ve donanmadaki bu isyan sonunda bastırılmıştı. 1905 Devrimi’nin sürdüğü bu ortamdadır ki, Çar, devrimi bölmek ve yatıştırmak için Duma adı verilen bir parlamento ve bazı başka reformlar vadetti. Bu sıradaki parlamento Buligin Duması diye bilinir ki, Menşevikler ona katılmayı savunurken, Bolşevikler boykot ettiler. Ekim’de Moskova’dan başlayıp tüm Rusya’ya yayılarak bir genel greve dönüşen demiryolu işçileri grevine toplam bir milyon kadar işçi katıldı. Çar, bir yandan yeni ödünler sözü verirken öte yandan devrimi bastırmak için polis yönetiminde Kara Yüzler diye bilinen lumpen unsurlardan kurulu sivil çeteleri de kullanarak her türlü zoru kullandı. Çoğunlukla kendiliğinden oluşturulmuş olan sovyetler bir hükümet gibi davranıyorlardı. 1905 Devriminin daha devam ettiği Kasım ayında Lenin Rusya’ya döndü. Aralık’ta Moskova’da silahlı ayaklanma başladı ve Bolşevikler bu ayaklanmayı yönetmeye çalıştılar. İçerde ayaklanmayı ezmek için Çar 1905 Devrimi boyunca süren dış savaşı durdurmak isteyerek Japonya ile barış imzaladı. Bolşevikler Moskova’da silahlı ayaklanma örgütlemeye çalışıyordu. Ama Petersburg sovyetinden yeterli destek gelmedi, ayaklanma tüm ülkeye yayılamadı, Moskova’da Aralıkta yapılan ayaklanma bastırıldı ve bu yenilgiyi takiben devrimci kabarış durdu, dalga giderek geri çekilmeye başladı. Menşevikler silahlı ayaklanmaya taraf olmamışlardı. 1905 devrimi böylece yenilgiye uğradı. 1906’da Çar yeni bir parlamento topladı (Birinci Duma). Bolşevikler bunu da boykot ettiler, ama sonraları gerileme dönemine denk düşen bu 1906 boykotunu hatalı gördüler. Nisan 1906’da Stockholm’de iki kanadın da katıldığı Birlik Kongresi yapıldı, ortak bir MK seçildi. Ama birlik fiilen kurulamadı, dahası az sonra iç-mücadele daha da alevlendi ve her iki kanat kendi bağımsız örgütlenmelerini sürdürdü. 1907 Mayısı’nda iki kanadın da katıldığı 5. Kongre yapıldı ve en önemli gündem maddesi olarak “burjuva ve küçükburjuva partilerine karşı tavır” konusu tartışıldı. 1905-07 arasındaki pratiğiyle Rus liberal burjuvazisi Çarlıkla ittifak ve uzlaşma (Bir Demokratik Cumhuriyet değil, tersine bir Anayasal Monarşi üzerinde anlaşma arıyordu) arayan karşı-devrimci bir güç olduğunu kanıtladı. 3 Haziran 1907’de Çar İkinci Duma’yı dağıttı ve bu hükümet darbesi ile birlikte Stolipin Gericiliği adı verilen sosyalistlere saldırı kampanyası dönemi başladı. Bu dönem 1912’ye kadar devam etti (1907/8-1912). Böylece 1905 yılı başında başlayan devrim (devrimci kabarış) giderek alçalarak ancak 3 Haziran 1907 tarihinde kesin bir yenilgiyle noktalandı. 1907 Aralığında Lenin geri yurtdışına çıktı. 1907-12 arası dönem boyunca Marksizme inançsızlık gelişti. Marksistler arasından dönekler çıktı. Bu nedenle Marksizmi savunmak bir görevdi. Lenin 1909’da bu amaçla Materyalizm ve Ampirokritisizm’i yazdı. Bu dönemde her iki kanat içinde de daha çok Tasfiyeciler ve Likidatörler diye tanımlanan legalizm akımı gelişti ve devrimin yeniden yükseleceğine inanmayan bu unsurlar partiyi legal ve reformcu bir işçi partisine dönüştürmek için çabaladılar, gizli partinin dağıtılmasını istediler. Çok sayıda aydın partiyi terketti, parti küçüldü. Bu aynı dönemde Bolşevikler arasında başını eski Bolşevikler’den Bogdanov ve Lunaçarski gibilerin çektiği sadece illegaliteyi savunan, legal ve yarı-legal faaliyete son verilmesini ve Bolşevik milletvekillerinin parlamentodan çekilmesini istedikleri için Otzovizm (Rusça’da geri çekme) diye tanımlanan bir eğilim çıktı ve bunlar 1909’da partiden ihraç edildiler. Sonra 1912 Ocağı’nda kongre önemi taşıyan Prag Konferansı yapıldı ve burada Bolşevik kanat kendisini RSDİP adı altında ayrı ve II. Enternasyonal partilerinden temelde farklı “yeni tipte bir parti” (“Leninist Parti”) olarak yeniden örgütledi. RSDİP (Bolşevikler) adı 1918’e dekkorundu. 1912’den itibaren grev hareketi yeniden canlandı. 1914’e dek yükselerek devam eden bu politik grevlerde ana talepler demokratik cumhuriyet, 8 saatlik işgünü ve topraklara elkonulması idiler. 1912’den itibaren gelişen durum 1905 devriminin başlangıcını andırıyordu. Köylülerin (ağalara karşı) ve askerlerin (orduda) de isyanları yeralıyordu. Rusya’da bir ikinci devrim yaklaşıyordu. Bolşevikler bu canlanma döneminde (1912-14) Petersburg’da Pravda (Gerçek) adında legal bir günlük gazete çıkardılar ve Pravdacılar diye de bilindikleri bu dönemde bir işçi kitle partisi olmaya doğru yöneldiler. 1917 Ekim Devrimi sırasında Bolşevik Partisi’nin çekirdeğini 1912-14 arasında kazanılmış olan Pravdacı işçi kuşağı oluşturdu. Bu dönemde Bolşevikler parlamentoda kendi parlamento grubunu da oluşturdular. Ayrıca sendikalarda ve işçi derneklerde vs legal faaliyet yürüttüler.Temmuz-Ağustos 1914’te Birinci Savaş patlak verdi ve Çar hükümeti içerde iç-savaştan (devrimden) kurtulmak için Rusya’yı savaşa soktu, İngiltere ve Fransa ile ittifak halinde Almanya’ya karşı savaştı